15 Mart 2011 Salı

TAŞINDIK

Sevgili Okuyucular,

Blogum bugün itibariyle www.rengarenkvesiyah.com adresine taşınmıştır. Yazılarımı yeni adresten yayınlamaya devam edeceğim ve Blogger yasağı resmen kalktıktan sonra da bu sayfayı sanırım kapatacağım.

Yazıları aktardım ama IZLEYICILER’i aktaramadım yeni adrese, o yüzden sizden ricam üyeliğinizi www.rengarenkvesiyah.com yenilemeniz.

Yeni yerimizde görüşmek üzere, sevgilerimle...
Nilhan Coşkun

11 Mart 2011 Cuma

kar ve müzik    

Nihayet site için sade bir web sayfası hazırladım, deneye yanıla, video forum el kitabı derken Joomla’yı da az buçuk çözdüm. Tam “Oh! Sonunda bitti” diye düşünürken, henüz yolun yarısında olduğum dank etti. Efendim iş siteyi toparlamakla bitmiyormuş, bunu bir yerde yayınlamak için önce birkaç program indirmeli, onların ne işe yaradığını anlamalı ve bu programları kullanarak FTP ile yayınlayacağım siteye aktarmalıymışım. Allah’ım! Bir yandan anlamadığım bir dili çözme telaşı, bir yandan kafama üşüşen paranoyak sorular: bunları hallettim diyelim bilgisayara bir şey olursa her şey yine baştan mı başlayacak, birkaç bilgisayara mı kaydetmeli acaba, bu indirdiğim ara programların doğru sürümler olduğunu nasıl anlayacağım vs vs. En iyi vazgeçmek belki de, nasılsa blogger açılır olmadı wordpress’den devam ederim, ne diye inatlaşıyorum ki?

Bazen aklınızla bildiğiniz şeyi, damarlarınızda, beyninizin her kıvrımında hatta nerdeyse tüm bedeninizde hissettiğiniz olur mu sizinde? Şöyle içinizi titreten, ürperten, şiddeti duruma göre değişen bir his...  Bir kaç sene önce, Anadolu yakasından Avrupa’ya geçiyordum. Tam Boğaz köprüsünün üstünde, trafiğin sıkışıklığında dalmış, boğazı, güneşin sudaki aksini, martıları seyrediyordum. O gün ürpertiyle hissettiğim “yerçekimi kuvvetinin” muhteşemliğiydi. Anlamadığım web tasarım dünyasında geçen iki haftanın sonunda, dün akşam ürpererek hissettiğimse “bilginin değeri”ydi.  

Kendimi dilsiz hissediyorum. Hani kabuslar olur ya birileri konuşuyordur ama ne dediğini anlamazsınız, kaybolmuşsunuzdur ve anlamadığınız sesler çıkaran insanlar size yol tarif ediyordur. Tedirginlik, hiddet, acı, inat... Bugün nasıl olduysa cep telefonundan bloğa girebildim. Bu yazılar e-maille cep telefonuna gönderilip, ordan bloğa yükleniyor. Yazmak ve yazdıklarımı paylaşmak konuşundaki inadıma da şaşırıyorum. Hep denir ya insan sınırlarına gelince kendisiyle karşılaşır diye, ben de bu sınırda başka bir halimle tanıştım.

Günü muteşem bir klasik müzik dinletisiyle bitirdim. CKM’deki dinletilerin ücreti bir sinema bileti parasından daha ucuz, yine de salonun üçte biri doluydu. Oysa çok zaman olmuştu böyle güzel keman solo dinlemeyeli. Öğrenilen bir şeyin ya da üretilen bir bilginin insandan insana aktarılarak gelişmesi ne muhteşem! Piyanonun tuşları, kemanın teli, notalar, parmaklar, çalanın bedenindeki tutku, dinleyenin ruhundaki akis, müziği yaratanın varlığı, evrende eriyip kayboluşumuz birlikte ve tek tek...

Bir buçuk saatlik arınmanın ardından usul usul yağan karda yürümek ve tüm öfkemi bir süreliğine unutmak. Dağda kar kalkarken açan sarıçiğdemleri ve baharda bahçeleri kırları kaplayan mavi mine çiçeklerini hatırlamak. Güzelsin hayat!

“Benim onları gördüğüm şekliyle yaratıcı insanlar, klasik Yunanlıların kullandığı terimi ödünç alacak olursam, “tanrısal delirme” ödülü uğruna güvenceden yoksun kalma, duyarlık ve savunmazlık cinsinden yüksek bir bedeli ödeyerek, kaygıyla(*) yaşayabiliyor olmalarıyla ayırt ediliyorlar. Yokluktan kaçmadan, onunla karşılaşarak ve güreşerek, onu, varlığı üretmeye zorluyorlar. Sessizliği bir müzik yanıtı için tıklatmaktalar; onu anlama zorlayabilene dek anlamsızlığın peşindeler.” Yaratma Cesareti, Rollo May (Metis Yayınları)
 
Kaygı(*): Kişinin “kendisi”ni özgürlük olarak kavraması; insanın geçmişi ve geleceği arasındayken, kendisini, kendisiyle hiçlik arasında bir kayma olarak yakalaması, anlaması, bu yüzden de kendisinin sürekli olarak seçme zorunluluğu içinde bulması, bu seçiş anını anlamlı kılacak değerlerin geçerliliğini garantileyecek hiçbir şey olmaması. Kierkegaard da, kaygıyı, insanın özgürlüğü karşısında bir baş dönmesi, göz kamaşması olarak niteler.” Yaratma Cesareti kitabı, çevirmenin (Alper Oysal) notu

 
Konser Programı:

Keman: Atilla Aldemir
Piyano: Cana Gürmen
 
J. Brahms. Piyano-Viyola Sonatı Op.120 No.1 / Macar Dansı No.1 Re minör
F. Kreiser: Caprise Viennoise
H. Vieuxtemps : Elegie
P. I. Tchaikovsky: Valse-Scherzo

Not: Yazıyı cep telefonumdan yükleyeceğim için konser programından müzik veya görsel ekleyemiyorum

kadın olmak

Hayatta tek gerçek: Tüketmek! Gerisi, teferruattan ibaret. Satın alabildiğin kadarsın, paran varsa sana her yol Paris dert etme. Dünyada parayı elinde tutan efendiler, uykudayken herkes, bir gece sessizce beynimizdeki ayarları değiştirip, hepimize yeni yazılımlar yüklemişler. E, hayırlı olsun, güle güle kullanın, başınızda beyninizde paralansın!

Hadi o zaman tüketimi pompalayıp, içini boşaltacağımız bu değerli günü kutlayalım hep beraber. 8 Mart Dünya Kadınlar günü kutlu olsun? Oysa ben, sadece ilkokuldaki önemli günler ve haftaları kutlamak istiyorum. Yeşilay Haftasında içki içmemek, Yerli Malı Haftasında saksıda yetiştirdiğim naneyi salata niyetine yemek, Öğretmenler Gününde öğretmenimin boynuna sarılmak; Okuma Haftasında işe gitmeden evde oturup kitap okumak istiyorum.
 
1857’de ABD’de, daha iyi çalışma koşulları isteğiyle grev yapan tekstil işçilerinin, polis tarafından fabrikaya kilitlediği; sonra da fabrikada çıkan yangında, çoğu kadın 129 işçinin öldüğünü  8 Mart’ta  insanın insana uyguladığı şiddetin utancını hissetmek yerine; hadi birbirimize çöp e-postalar gönderek kutlama yapalım. 
 
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 31 Aralık 2010 tarihi itibariyle yaşadığımız ülkenin nüfusu 73.722.988 kişiden oluşuyor. Bunun 49,8% kadınlar, 50,2%si erkekler. Peki, sayıca nerdeyse eşit olan iki cinsiyetin hayatta eşitlikleri ne durumda?
 
Memlekette kadının nasıl yaşayacağına, hatta yaşayıp yaşamayacağına; giyiminden, çalışacağı işe, hangi saatlerde sokakta dolaşabileceğinden, kimle konuşabileceğine, kazanacağı parayı nasıl harcayacağından, arabayı nasıl kullanacağına, elinin hamuruyla erkek işine karışıp karışamayacağına, ne zaman konuşup ne zaman susacağına ve daha pek çok şeye karar veren erkek.  Sanmayın ki evli değilseniz özgürsünüz. Bekar kadınlar da, öncelikle ailedeki, daha sonra da mahalledeki ve yaşadığı şehrin sokaklarındaki erkekler izin verdiği kadar/sürece hayattalar. Neden mi? Fiziksel güç kimdeyse yaşam hakkı izni de onun elinde oluyor da ondan. Beynini kullanıp insan olmak, insan gibi davranmak, sorunları konuşarak çözmeye çalışmak, erkeklerin tatlı canlarını pek yoruyor. Oysa bağırmak, “kodumu oturtmak”, karşısındakini sindirmek hem daha kolay hem daha artistik!
 
Elbette tüm erkeklerin, şiddet gösterdiğini, fiziksel gücünü güçsüz üstünde kullandığını ve yaşamda tüm öncelikleri kendine göre düzenlediğini söylemek haksızlık olur. Ama en azından kendi adıma şunları söyleyebilirim. Tanıdığım, bir kadına sözlü ya da fiziksel şiddet göstermeyeceğine inandığım erkek sayısı maalesef iki elin parmaklarını geçmez. Tek bir gün yoktur ki kadın olarak sokakta, trafikte, herhangi bir resmi/özel kurumda, sosyal alanlarda bir erkek tarafından sözlü veya fiili şiddete maruz kalacağım fikri zihnimde olmasın. Her an başına bir şey gelme ihtimalinin olduğunu bilerek günü yaşamanın zorluğunu, sürekli gardını alıp dolaşmanın yarattığı kas gerginliğini “bunu hiç yaşamayana” anlatmak çok zor. Üstelik sosyal hakları, iş dünyasındaki ayrımları bir kenara koyuyorum, sadece fiziki/sözlü şiddete maruz kalma ihtimalinden bahsediyorum.
 
İstediğimiz insanca, korkusuzca ve adil bir yaşam, sessiz kalmayalım!
 
Rakamlar Türkiye’de kadın:

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün ‘Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’na göre, Türkiye’de kadınların %41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete uğruyor. Yüzde 49.9’la en fazla şiddete maruz kalan kadınlar ‘düşük gelir’ grubundan. Sanmayın ki yüksek gelir düzeyinde de şiddete uğrama oranı düşük, %28.7.
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin ‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2010 yılı Kadınların Yaşam Haklarına Yönelik İhlaller Raporu’na göre bölgede bir yıl içerisinde 72 kadın cinayete kurban gitti, 113 kadın da intihar etmek suretiyle yaşamına son verdi.

Peki, kadına iş hayatında ayrılan yer ne?
                                              
Milletvekili sayısı (2007 seçimleri) :  48                                         
Kadının işgücüne katılma oranı (1) : (2000) %28; (1998) %26; (1996) %30; (1990) %34; Kentsel alanda katılımı (2000) %15 
Kadın şgücünün eğitim düzeyine göre dağılımı(1): Okur yazar olmayan % 22; İlk okul mezunu % 51;
Orta okul mezunu % 9; Lise mezunu % 10; Yüksekokul ve üniversite mezunu %8
Bazı meslek gruplarında kadın işgücü oranları(2): Avukat % 28; Mimar % 39; Mühendis %14; Diş hekimi  %39; Akademisyen %33; Müteşebbis, Direktör ve üst kademe yöneticiliği % 0.19 
Kamuda üst ve orta düzey yönetici statüsünde(3): Şef %80; Şube Müdürü %15; Daire Başkamı %3.7; Genel Müdür %0.12 
Özel sektörde ise İstanbul'da 80 büyük işletmeyi kapsayan bir araştırma sonuçlarına göre 100 den fazla işçi çalıştıran 63 büyük işletmenin yalnızca 6'sında toplam 7 üst düzey kadın yönetici bulunduğu (% 2.8), buna karşılık 100 den az işçi çalıştıran işletmelerin hiçbirinde üst düzey kadın yönetici olmadığı görülmüştür (4)
 
(1)Kaynak: Devlet İstatistik Enstitüsü,2000
(2)Capital,1995:94
(3)http://www.kssgm.gov.tr
(4)Tabak,1985;28

8 Mart 2011 Salı

"Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum"


Sevgili Okuyucular,

Bloğumuz taşınmıştır. Yeni yazılara http://www.rengarenkvesiyah.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Görüşmek üzere..

“Balkona çıkıyorum sürekli
Yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
Bir semtin ilk rengini alıyorum”*

Bu haftasonu İstanbul’un kapalı havasını Adana’nın güneşiyle değiştirdim. Cumartesi gecesi son cemre toprağa düştüğünde, ruhum gerinip, portakal ağaçlarının arasında yüzünü bahara döndü. Güneyde çoktan paltolar çıkmış, ağaçlar yeşermiş, çiçekler tomurcuklanmış, tablalarda mis kokulu çilekler satılmaya başlamış. Kediler, serçeler ve çocuklar sokaklarda bahar güneşinin keyfini çıkarmakta.

Mevsim değişikliğinin üstüne sabah erken saatteki uçak yolculukları da eklenince, mekandan zamandan azade bir halde başladı Pazartesi. Sabah, tüm kış yağsada ruhum arınsa diye beklediğim şiddetli şağanak yolcu etti Adana’dan, bir saat sonra sulu kar ve ayaz karşıladı İstanbul’da. İçine kıvrılmış yorgun ruhum, bu sabah yağmurdan kabarmış topraktan masmavi gökyüzüne ilk filizini uzattı.

“Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ortamında
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum. “**

*Edip Cansever
**Geyikli Gece, Turgut Uyar

7 Mart 2011 Pazartesi

kötünün içinde saklanan iyi

Sevgili Okuyucular,

Bloğumuz taşınmıştır. Yeni yazılara http://www.rengarenkvesiyah.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Görüşmek üzere..

 
Blogger’a erişimin engellenmesinden beri, uyuyorum uyanıyorum aklımda aynı konu: “Ne yapsam da yazılarımı tekrar sanal alemde okunur hale getirsem?” İlk gün hızlıca başka bir blog sitesinde kendime yer edindim ama bunun da kapatılmayacağını kim garanti edecekti ki? Memlekette canı isteyen mahkemeye başvurup ona hakaret, buna saygısızlık, şuna dil uzakmak, benim ticari haklarım, olmadı maneviyatım diye cıngar çıkarıp, istediği internet sitesini kapattırabiliyordu. Oysa “Bu ülkede Amerika’dan fazla basın özgürlüğü var” dı ama biz kadir kıymet bilmezler bunun farkında değildik. Bu duruma ne isim versem klişe olacak, klişe dışına çıksam argoya girecek, o yüzden kallavi bir “Ya sabır!” çekip, şimdilik söylenmeyi bırakayım.


Boşa dememişler, her kötüden biraz iyilik, her iyiden de biraz kötülük çıkar diye. Bu kötüden de şimdilik iki iyilik çıktı: bloğa hergün yazı yazmak, benim için bir çeşit tiryakilik olmuş, bunu farkettim ve “Rengarenk ve Siyah”ın artık kendi yeri var. Yeni evimize henüz taşınmadık ama adresimiz belli : http://www.rengarenkvesiyah.com/ Buraya çok çabuk taşınamayabiliriz, çünkü kendi web sitemi kendim yapayım diye işe girişince anladım ki yol biraz uzun, önce seçmek sonra da oturup çalışmak lazım. Sora sora ulaştığım, işi bilmez ama çalışmaya hevesli kişi için web sayfası tasarımı programı “Joomla” oldu. Her ne kadar programın tanıtımında üstüne bastıra bastıra “user friendly/kullanıcı dostu” deseler de, bir haftada henüz aramızda bir dostluk kurmayı başaramadık, ama ikimiz de hala istekliyiz. Hem ben pes etsem de, taa Amerika’dan kaybolmayayım diye sürekli yola ekmek kırıntıları serpiştirip duran Joomla teknik destek bölümünden Warren pes etmez diye düşünüyorum. Şimdilik, kendi evimize taşınıncaya kadar bir yolunu bulup Blogger’dan devam edeceğim yazmaya.

Merhaba

Bu, 02-03-2011 tarihinde Blogger'ın mahkeme kararıyla yasaklanması üzerine, Wordpress'te aynı isimle açtığım bloğun ilk yazısıdır.

.................................................................................................................................................
Merhaba!

Bahar gelinceye kadar şurda kıvrılıp uyuyalım ruhum, enerjimizi çoğaltalım, içimizdeki yorgunluğu durularak akıtalım demiştim; ama memlekette iki gün sakin, sinirlerin zıplamadan durmak ne mümkün? Dün, değişen INCOTERM’ler ve Türkiye’nin de imza attığı Viyana Satım Anlaşması’nın alım/satım sözleşmelerine etkisi üstüne bir eğitimdeydim. Anlatılanları dinlerken “Yasalarımız legolar gibi, nasıl üst üste koyduğuna göre sonuç değişiyor, o yüzden hukuka güvenerek yaşamak zor!” diye düşünmüştüm. Artık tesadüf mü dersiniz, düşüncemle yaşadığım evrende olacaklara etki mi ettim dersiniz, aksi düşünürsen başına gelir mi dersiniz bilmem ama sabah bir baktım www.rengarenkvesiyah.blogspot.com adresindeki bloğuma giremiyorum. Mahkeme kararıyla Blogger sitesine giriş engellenmiş! Gerekçesi bazı bloglarda digitürk paralı yayınıyla gösterilen futbol maçlarından videoların olmasıymış! Peki yaklaşık 18’000 blogger’ın hakkı? Şşşşt! Sus! Mahkeme karar vermiş, anlı şanlı dijital uydu sistemleri digitürk, neidüğü belirsiz blogger’ları karına ortak edecek değil ya? Hem halkımız nasılsa yıllarca youtube yasağına boynunu eğdi, DNS ayarlarıyla oynayarak, başka siteler üstünden işini bilip yasağı da deldi; Blogger kapatılmışsa ne olmuş, istersen yasağı deler işine bakarsın. Sadece şöyle ağzımı doldurarak “Höööössst!” diyorum. Aslında daha fazlasını demek isterdim ama malum memlekette basın özgürlüğü Amerika’dan daha fazla, buna rağmen blog yazanlar bir avuç kendini bilmez olabilir. Henüz hayatımın baharındayken, yok yere mahkemelerimizin legoları altında kafam, kolum, bacağım kalsın istemem. O yüzden ben de uzun yolu seçtim, yeni bir Rengarenk ve Siyah yarattım. Zaman içinde diğer blogda yayınladığım yazıları da buraya taşıyacağım. Böylece, Blogger ve WordPress üstünden yayınlanan, görseli farklı, içeriği aynı iki tane Rengarenk ve Siyah olacak.

Biliyorum, bloğun ilk yazısı şöyle misafiri karşımanın güler yüzüyle, tatlı sözüyle olmalıydı, böyle hırçın ve sinirli değil. Ama öte taraftan, bu aslında bir devam yazısı. Şimdiye kadar yayınlanmış 167 yazının devamı... Yine de, yeni görüntümüzle karşınıza çıktığımız ilk günümüzde, varlığınız için minnet duyarak, kocaman bir Merhaba!

1 Mart 2011 Salı

Yaratma Cesareti, Rollo May



“Şimdi artık bilinç dışının teknikler ve makinelerle olan ilintisinden doğan birtakım ikilemleri göz önüne alıyoruz. Toplumumuzda hiçbir bilinçdışı ve yaratıcılık tartışması bu zor ve önemli sorunların uzağında kalamaz.

Şaşırtıcı ölçüde mekanize olmuş bir dünyada yaşıyoruz. Usdışı, bilinçdışı fenomenler bu mekanizasyona karşı daima bir tehdit oluşturuyorlar. Şairler çayırlarda ya da tavan arasında hoşa giden yaratıklar olabilirler, ama montaj hattına sokulan bir çomaktırlar. Düzenekleşme tek biçimliliği, önceden bilinirliği ve düzenliliği gerektirir; ve tam da bilinçdışı fenomenlerin özgün ve usdışı olmaları olgusu, kentsoylu düzen ve tek biçimciliğe yöneltilmiş reddedilmez bir tehdittir.

Bu, modern Batı uygarlığımızda insanların bilinçdışı ve usdışı deneyimlerden korkuyor olmalarının bir nedeni. Çünkü bu usdışı ve bilinçdışı deneyimlerde, derin tinsel kuyulardan kabarıp yükselen gizlilikler, dünyamız için esas oluşturmakta olan teknolojiye hiç mi hiç uymazlar. İnsanların bugünlerde diğerlerindeki kadar kendilerindeki usdışı unsurların da korkusuyla yapmaya çalıştıkları, kendileriyle bilinçdışı dünya arasına araçlar ve düzenekler yerleştirmektir. Bu onları usdışı deneyimin tehdit edici ve ürkütücü yanlarıyla kuşatılmaktan korur. Teknoloji, teknikler ya da mekanizmaların kendilerine karşı bir şey söylemediğimin anlaşılabileceğinden eminim. Söylediğim, teknolojinin, biz ve doğa arasında bir tampon, kendi yaşantımızın daha derin boyutları ve kendimiz arasında bir engel olarak hizmet görme tehlikesinin sürekli var olduğudur. Araçlar ve teknikler bilincin bir uzantısı olmalıdırlar, oysa kolayca bilinçten bir korunma da olabilirler. Bu durumda araçlar savunma mekanizmaları halini alırlar –özellikle de bilincin bilinçdışı diye adlandırdığımız daha geniş ve karmaşık boyutlarına karşı. O zaman mekanizmalarımız ve teknolojimiz bizi, fizikçi Heisenberg’in ortaya attığı gibi “tinin itkilerinden belirsiz” kılacaktır.

Batu uygarlığı Rönesans’tan bu yana teknik ve düzenekler üstüne yoğunlaştı. Bu yüzden, ta Rönesans’tan beri gerek atalarımızın gerekse bizim, yaratıcı dürtüleri, teknik şeyler yapmaya yönlendirmiş olmamız anlaşılabilir bir şey – yaratıcılık bilimin uygulama ve ilerlemesine doğru yöneldi. Yaratıcılığın böylesi bir teknik kovalamacaya yönlendirilmesi bir düzeyde uygundur, ama daha derin bir düzeyde psikolojik bir savunma olarak hizmet eder. Bu usdışı fenomenlerin bizde uyandırdığı korkuya karşı bir savunma olarak hizmet verebilecek olan teknolojiye, kendi geçerli alanının ötesinde sarılacağımız, inanacağımız ve dayanacağımız anlamına gelir. Bu yüzden, teknolojik yaratıcılığın başarısı –ki bu başarının görkeminin benim tarafımdan bildirilmesine hiç gerek yok- kendi varoluşuna bir tehdittir. Çünkü eğer yaratıcılığın bilinçdışı, usdışı ve usötesi yüzlerine açık olmazsak, o zaman bilimimiz ve teknolojimiz “tinin yaratıcılığı” diye isimlendireceğim alandan kopup uzaklaşmamıza yardım eder. Bununla, teknik kullanımla hiç ilgisi olamayan yaratıcılığı kastediyorum; yaratıcılığı, para kazanmak ya da teknik gücü artırmak için kullanılan halinden çok, sanatta, müzikte ve zevkimiz için varolan diğer alanlarda yaşamlarımızın anlamını derinleştirmek ve genişletmekteki haliyle alıyorum.”

Yaratma Cesareti, Rollo May, Metis Yayınları (2008)
Orijinal Basım: The Courage to Create (1975)
Sayfa: 88-89