“Zamana zamanla bakmak ne idi ki
Baktım
Tarlayı tarlayla ölçtüm
Meyvayı meyvayla ölçtüm
Denizi denizle ölçtüm
Göğü gökle ölçtüm
Oysa, üstümüzdeki kat kat derileri, çeşit çeşit maskeleri çıkardığımızda ne kadar da aynıyız, ne kadar sade, ne kadar eksiğiz. Annemizin karnından çıktığımız ilk günden beri, karnımız acıkınca doymak, üşüyünce ısınmak, yorgunsak uyumak isteriz; saçlarımız okşansın, oyunumuz bozulmasın, ruhumuz ezilmesin isteriz. Bunca aynılığın için de, eksikliğimizdeki aynılıktır bizi ayıran. Bazen farkına bile varmadan ömrün bittiği, bazen farkına varılsa da neyle/nasıl tamamlanacağı bilinemeyen eksikliğimiz.
Çoğumuzun işimizle, politik görüşümüzle, dinimizle, eğitimimizle, dış görünüşümüzle, çocuğumuzla, hobimizle, ülkemizle, ailemizle, sahip olduklarımızla, yani kendimiz sandığımız şeylerle tamamlamaya çalıştığımız eksikliğimiz.
Acaba ruhumuzda bir gedikle doğduğumuz bilgisini aktarsak nesilden nesile, zamanla o gediği görmeyi öğrenir miyiz? Bu bilgi insanı kötücül duygulardan iyicil duygulara doğru evriltir mi? Yoksa düzen böyle kurulmuş, gerisi ütopya, öldürme Habil ve Kabil’den beri var, Adem’i de cennetten attıran Havva’nın açgözlülüğü mü diyorsunuz?
Ben demiyorum.
Zaten insanı insanla ölçtüm ki
Buruk bir tat mı duydum
Ve duydum
Her şey ki bir yorumdu, sonuç değildi
Sonuç ki zaten yoktu”
Edip Cansever
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder