“Biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz
Biz burda kırk yaşındayız hepimiz
Dördümüz bir kişiyiz de ondan
İçimizden biri uyuyor olsa, falan filan
Onu bekliyoruz bir kişi olmak için”*
Burası, yüksek tavanlı, iki duvarı boydan boya ayna, bir duvarı boydan boya cam olan, yerleri parke döşeli, yaklaşık oniki metrekarelik bir spor odası. Tam karşısında, bir apartmanın girişi var. Odanın cam duvarıyla, apartmanın girişini birbirinden çimenli dar bir patika ayırıyor. Işıklar kapalı, yağmur sesi, kuş cıvıltısı, dalga sesi ve lirden oluşan bir müzik yayılıyor odadan. İçerde, ikisi erkek, dokuz kişi, bir saat süren yoga çalışmasını henüz tamamlamış, sırtları aynaya yüzleri cama dönük bağdaş kurmuş oturuyorlar. Bir kişi hariç hepsinin gözleri kapalı, nefes alışları uyku halindeki gibi, belli belirsiz. Gözlerini kapatmadan, kendini müziğin ritmine bırakmış olan kadının aklından hızlıca o gün olanlar geçti. İçlerinden birini tuttu, yavaşça. Bir arkadaşının gönderdiği e-postayla başlayan ipin ucunu, çeke çeke, Latin Amerika’da bir yıldır sırt çantasıyla tek başına dolaşan kendi yaşındaki bir kadının bloğuna ulaşmıştı. Tüm öğleden sonrayı, blogdaki yazıları okuyarak, fotoğraflara bakıp kendini orada düşünmeye çalışarak ve hayallerini gerçekleştiren başka bir kadının verdiği cesarete -farkına varmadan- tutunarak geçirdi. Kolombiya, Şili, Arjantin, Peru ve Meksika’yı, on iki litrelik sırt çantasıyla, nerdeyse her şehrine uğrayarak dolaşan; dönmek istemiyorum, yapabilirsem böyle sürsün istiyorum hayat diyen bir kadın... Gidersem döner miyim diye sordu kendi kendine? Gitmeden, bilemeyecekti, yine de aklını müziğin ritmine bırakıp, cevabı düşündü.
Apartmanın girişindeki lamba yandı. Odanın içi de aydınlandı. Orta boylu, kumral uzun saçlı, hafif toplu, kırklarında bir kadın, iki elinde birer orta boy valiz, müzikle aynı ritimde merdivenleri çıkıyor. Belki elinde taşıdıklarının ağırlığından, belki de yorgunluktan, çok yavaş… Altı basamaktan sonra apartmanın giriş kapısına varıyor, bir elindeki valizi bırakıp kapıyı açıyor. Sonra kapının tekrar kapanmasını engellemek için bir ayağını kapının arasına sıkıştırarak uzanıp eğiliyor, bıraktığı valizi alıyor. Hareketleri hala çok yavaş… Apartman boşluğundaki ışığı yakıyor, bedeni ve yüzü aydınlıkta artık. Spor odasında, kulağı müzikte, aklı kendi sorusuna vereceği cevapta olan kadın, apartmana giren kadının yüzündeki yorgunluğu bakıyor. Asansörün kapısının önüne elindekileri bıraktı, bir şey unutmuş gibi hızla apartman kapısından çıktı, bir kaç basamak indikten sonra durdu. Ya unutmadığını anladı, ya da nereye koyduğunu hatırladı, geri dönüyor. Odadaki kadın, düşünmeyı bırakıp, müziğin ritmiyle kollarını esnetti, gözlerini kapattı. Bir kaç saniye sonra gözlerini açtığında, diğer kadın ve valizler gitmişti. Artık odanın içiyle camın öte tarafı aynıydı. Sessiz ve loş.
“Evet evet, yanılmıyorum ben
Bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
Doğrusu ya
Yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor”*
* Edip Cansever, ‘Manastırlı Hilmi Beye Birinci Mektup’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder