On beş yıl öncesinde, cep telefonları ve internet ağlarıyla birbirimize bu kadar bağlı yaşamadığımız zamanlarda nasıl buluşurduk birbirimizle? Tabi ki daha da geriye gidip, “evlerimizde telefon da yokken…” diye soruyu genişletebilirim. Ama bu, bilmediğim zamanlar hakkında konuşmak olur.
O zamanlar, çarşılarda gözde buluşma yerleri olurdu. Şu gün, şu saatte Kızılay’da Yeni Karamürsel’in önünde… Kalabalığın içinde kendine bir yer bulup beklerken, buraya buluşmaya gelen tanıdıklarla karşılaşmak kadar, randevuyu unutan arkadaşlarca mağazanın önünde ağaç edilmek de yaygındı. Sanki zamanımız geniş, ömrümüz uzun, hayatımız telaşsızdı. Birini yirmi dakika beklemek de, bekletmek de konu edilmeyecek kadar normaldi. Bir defasında iki arkadaş birbirimizi mağazanın ayrı kenarlarında yarım saat bekledikten sonra, gitmeye karar verince karşılaşmıştık. Gecikmeli buluşmalarda da, zamanında buluşmuş gibi, neşeyle kucaklaşır, görüşmediğimiz zamanlarda neler olduğunu anlatarak sokağın kalabalığına bırakırdık kendimizi.
Bir de yolda karşılaşmak, karşılaşacağını bilerek yolda olmak vardı. Sevgilim saat kaçta okula gitmek için evden çıkar, hangi yoldan geçer; arkadaşım okulu kırınca hangi pastaneye gider; babam nereden alır sebzeyi, hangi dükkanlara uğrayarak gelir eve; bunları bilir, görmek isteyince oralara gider ve çoğu zaman onları orda bulurdum. Sevdiklerimin rutinlerini biliyor olmanın verdiği sıcak güven hissi...
Şimdi, görmek istediğimde tam da olduklarını düşündüğüm yerde bulabilecek kadar, ne ben sevdiklerimin rutinlerini biliyorum, ne de onlar benimkini. Artık bir çekirdeğin etrafında belirli yörüngede dolaşan değil, belirli zamanda herhangi bir yerde olabilecek elektronlarız. Hayatımızdaki pek çok kesin doğru gibi, rutinlerimiz de yerini olasılıklara /olabilme ihtimallerine bıraktı. Olasılığın verdiği özgür alandan vazgeçmeden, sevdiklerimizle telefonlaşmadan karşılaşabileceğimiz bir rutinimizin olması çok mu imkansız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder