19 Ekim 2010 Salı

ama sizin adınız ne?

Bir şey bize yakınsa iyi, uzaksa göz ardı edilebilir, karşıysa kötü müdür? Biz kendimizi yanımızdaki veya karşımızdakine göre mi tanımlarız, peki doğru mu yaparız? Bütün bu görece tanımlardan arınıp, ben kimim, neyi sever, neye tahammül edemem diye düşünür müyüz? Düşünürsek, neden kendimizi, içimize bakarak tanımak/tanıtmak dururken, başkalarına göre hizalar, yerleştiririz? Sahi biz kimiz?

“Bütün ağaçlarla uyumuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız


Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim dizboyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız”Turgut Uyar


Kendimi nasıl tanımlarım? Cinsiyetimle mi, milliyetimle mi, mesleğimle mi, aile soyumla mı, okulumla mı, hayatımdaki kişilerin sıfatlarıyla mı, nedir tanımlamanın başındaki? Peki sadece “insan”ım desem... Çok mu ağır gelir sadece insanım demek? Bana hep kişi kendini ilk hangi sıfatla tanımlarsa karşısındakini de ona göre bir sınıfa koyar, kimilerini yakınsar, kimilerini uzaksarmış gibi gelir. Türksem, karşımdakinin İngiliz, Alman, Ermeni, İranlı, Kürt, Çinli olması; müslümansam, Yahudi, Hıristiyan, ateist olması; kadınsam, erkek, biseksüel, transeksüel olması; zenginsem, fakir olması, ODTU’lüysem, Boğaziçili, Galatasaraylı, Ege Üniversiteli olması arama mesafe koyar. Yalın kat sadece insanım diye tanımlayabilirsem, o zaman karşımdaki, insan oluşuyla yakın olmaz mı bana?

Doğuştan sahip olduğum kimlik tanımlarının, karşımdakinin doğuştan sahip olduğu kimlik tanımlarından daha üstün olduğuna kim, nasıl karar veriyor? Bir siyasi görüşü savunmak, benimsemek, kendine yakın bulmak, o siyasi görüş içinde de insanları sınıflara ayırır mı? Parti tutmak, takım tutmak gibi bir şey midir?

Bir süredir yine bu sorular dolanıp duruyor kafamda. İnsanların nasıl bu kadar keskin olabildiklerini anlayamıyorum. İnsanların klişeleri, sembolleri, sloganları nasıl bu kadar sahiplendiklerini; canlılar içinde sadece insana verildiği söylen dil ve akıl yeteneğini nasıl görmezden gelip kendilerini sürüye dahil ettiklerini anlamıyorum. Bir insanın diğer insanı, sadece sahip olduğu aidiyetlerinden dolayı kötü bellemesini...

Aynı topluluğa ait olanlar “bizimkiler” olur, yazgılarına arka çıkmak istenir, ama onlara karşı da zalimce davranmaktan kaçınılmaz;”ılımlı” görülürse kınanır, yıldırılır, “hain” ya da “döneklikle” suçlanır. Ötekilere gelince karşı kıyıdakilere gelince, kendimizi asla onların yerine koymaya çalışmayız, şu ya da bu sorunla ilgili olarak tamamen haksız olamayacaklarını kendimize sormaya hiç gelemeyiz, onların şikayetleri, çektikleri acılar, kurbanı oldukları haksızlıklar karşısında yumuşamaktan kaçınırız. Sadece, çoğu zaman, topluluğun en militan, en laf ebesi, en aşırı kesiminin bakış açısı olan “bizimkiler”in bakış açısı önemlidir” Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder