16 Ekim 2010 Cumartesi

"Nothing Personal" ve "Cartas a los Jonquières"

Benim için, mesaili çalışan pek çok kişi için de olduğunu sandığım gibi, haftanın en sevimli günü Cuma, en dayanılmazı Pazartesidir. Merak ediyorum aylak veya emekli olsam, yine de haftanın bir gününü seçer miydim? Cuma günleri, işler aksi gitse de, hava berbat görünse, karnın ağrısa da, içimde bir neşe bir neşe... Pazartesi’nin dayanılmazlığı ise sabah uyanmasında, yoksa uyandıktan sonra Pazartesi’nin güzellikte Salı’dan farkı kalmaz.



Dün etkileyici bir film seyrettim: "Nothing Personal". “Kapalı havada seyrediyorum, boş yere içimi daraltacağım ya, hadi hayırlısı” diye başladım, izledikçe sakinledim. Bir göğse yüzümü gömüp dünyayı unutmanın huzurunu; dağda tam da gün ağarmak üzereyken, üşüyerek uyanmanın, buz gibi derede yüzümü yıkamanın, kamp ocağında su kaynatmanın ve sıcak suda eriyen neskafenin kokusunu minnetle içime çekmenin keyfini hatırladım. İnsansızlığa ve insana olan ihtiyacımı düşündüm.


Filmi, Urszula Antoniak yazmış ve yönetmiş. İrlanda/Hollanda ortak yapımı... Üç dört kısa sahne dışında, tüm film iki kişi arasında geçiyor. Çok az konuşma, etkili görüntüler ve oyunculuk... Stephen Rea ve Lotte Verbeek, bu ağır ritimli,hüzünlü filmde oyunculukları ile izleyeni hem duygusal hem düşünsel olarak filme dahil ediyorlar. İzlemedinizse, haftasonu içeceğinizi alıp, battaniyenin altına kıvrılın, kendinizi Amsterdam (Hollanda), Connemara (İrlanda) ve Vejer de la Frontera (Cadiz/İspanya) görüntülerine ve iki insanın ritmine bırakın.


...

Bir yazarın daha, özel hayatından bir bölüm, kitap olarak yayınlandı. Yazar halkın malıdır, yaşadığı döneme tanıklığı bu özel mektuplardadır, yazdıklarını bütünler bu özel notlar vs diye mi düşünülmüştür yine bilmiyorum. Ama, yayınevi herkesi yazardan habersiz onun evine buyur ettikten sonra, sevdiğim yazarların mektup ve günlüklerini okumamazlık da edemiyorum. Oğuz Atay’ın günlüğünü, Tezer Özlü’nün Leyla Erbil ve Ferid Edgü ile mektuplaşmalarını, biraz izinsiz ve gizlice okuyor olmanın utancıyla, ama çoğunlukla bana yazılmış hissine kapılarak okudum. Bu defa okumaktan kendimi alamayacağım mektuplar, Cortazar’a ait. Kitap, Alfaguara yayınevi tarafından yenice İspanya’da yayınlanmış, Türkçe’de de yayınlanır mı bilmem.

Julio Cortazar’ın eşi Maria’ya, kızı Mariclo’ya ve hayatı boyunca dostluk ettiği ressam ve şair arkadaşı Eduardo Jonquieres’e; 1950’den, ölümünden bir yıl önceye 1983’e kadar yazdığı mektupların bir derlemesinden oluşuyor kitap. Bu mektuplar sayesinde, Coratazar’ın bilmediğimiz yönünü keşfedeceğimiz vaad ediliyor. Yani, “yaptık bir şey, tamam hoş bir şey de değil ama valla iyi şeyler olacak” diyor yayınevi kitabı tanıtırken. Yine de kendi adıma ne kadar kızsam da okumaktan geri durmayacağımı biliyorum. Üstelik, böylece talep yaratarak, bu tür kitapların artmasına vesile olduğumun farkına varmama rağmen.

Hamiş: Yayınevinin, kitaptan tadımlık olarak, internette yayınladığı bir kaç mektubu (ispanyolca) isteyen olursa bana mail atabilir.

4 yorum:

  1. Diiğmi, diiğmi. Nothing Personal çok iyiydi.

    YanıtlaSil
  2. Evet kesinlikle çok güzel bir filmdi.

    YanıtlaSil
  3. ister istemez bazı sorular kalıyor insanda ?
    belki de hep anlamaya, hep anlamadan sevememeye, anlamadan hissedememeye, yaşayamamaya programlandığımız için..

    evet çok güzeldi, ama neden bilemiyorum ?

    YanıtlaSil
  4. Evet, bazen anlamlandırmayı bir kenara koyup -hadi olmuyorsa daha sonraya, uzaktan bakıp degerlendirmeye bırakıp- sadece sevmek, öyle hissettiğin için sevmek; sadece yaşamak...
    İyi gelebilir ruhumuza, kim bilir?

    YanıtlaSil