25 Ekim 2010 Pazartesi

havadan sudan

Her şeyi akışına bıraktığımız günler vardır. Hayatla itişmekten vazgeçtiğimiz, akışın keyfini çıkardığımız, günle geleni memnuniyetle kabul ettiğimiz… Aslında dipten tepeye çıkmak için öyle büyük şeylere de gerek yoktur. Birkaç dakikalığına da olsa bulutun arkasından çıkan güneş, beklemediğiniz bir haber, kahvenin kokusu, aynadaki mızmız yüzümüz, battaniyenin altında kıvrılmış yatarken vücudumuza yayılan sıcaklık, günlerden Cuma, Cumartesi veya Pazar olması… İçimizdeki ‘ben’ bir anda fikrini değiştirir, sanki “Nasıl istiyorsan öyle olsun” der.


Unforgettable in every way
And forever more, that's how you'll stay
That's why, darling, it's incredible
That someone so unforgettable

Ben de cumanın gelişiyle, boğazımdaki ağrıyı, kafamda dolaştırıp dolaştırıp bir türlü nasıl olacağına karar veremediğim seyahatname serisini, ev, iş, aile dertlerini, derleyip topladım koydum bir kenara. Elde var hayat! Kendimce bir sofra kurup, etrafına arkadaşlarımı oturttum. Şarabın, makarnanın, kahvenin, müziğin keyfinde, güldük, konuştuk. Herkes gidip, bulaşıkları makineye yerleştirdikten sonra, şarabımı alıp balkona çıktım. Bu günlerde, akşam üstü saat altı gibi gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz muhteşem ay, şimdi balkonumda batıyor. İyi geceler.

Unforgettable, that's what you are
Unforgettable though near or far
Like a song of love that clings to me
How the thought of you does things to me
Never before has someone been more


Pazar günü Cihangir’de bir sergi gezdim: “Çocukluktan Merkeze”. Sergi, TMK (terörle mücadele kanunu) ile küçük yaşta hapse atılan çocuklar ya da medyanın pek severek söylediği tabirle “Taş atan çocuklar” hakkındaydı. Aslında sergi davetini aldığımda, mekanın Cihangir olmasının da etkisiyle, sergiyi açanların Çocuklar İçin Adalet Çağırıcıları olduğunu düşünmüştüm. Sergiyi gezmeden on beş dakika önce öğrendim ki, sergiyi hazırlayanlar Özgür Açılım Platform / Özgürlük İçin Tevhid ve Adalet Platformu. Üstümde mini mor bir elbise, ayağımda mor çoraplar, gezeceğim sergide çoğunluk örtülü kadınlar ve ‘müslüman’ erkekler... Bu defa öteki ben olacaktım. Açılım Platformu, Bilgi Üniversitesi öğrencilerinin kurduğu bir fikir kulübüymüş, onların sözleri ile ‘müslümanlığı yaşayamayan kız ve erkek öğrenciler’den oluşmuş ilk başta, sonra başka okullardan müslümanlığı yaşayamayan kız ve erkek öğrenciler de katılmış ve klüpten platforma dönüşmüşler. Sergi fikri, Güneydoğuda olan bitene, Kürt etnisitesine, islami kesimin ‘islami olmayan, laik, ataist, aydın veya diğer’ kesim kadar duyarlı olmaması eleştirisinden ortaya çıkmış. Bu arada sergi mekanının sahibi –öğrenciler sergiyi üç dört başka mekanda daha açmak istemişler ama kabul edilmemiş- yaptığı konuşmada kendisini ateist ve marksist olarak tanımladı. Herkes için ortak nokta adalet ve vicdandı.

Sergi, fotoğraf açısından fakirdi, basında çıkan fotoğrafların sahipleri fotoğraflarını paylaşmayı pek istememişler. Çocuklardan gelen ‘görüldü’ kaşeli mektuplar vardı. Yerdeki kan lekeleri ve zinciri kelepçelerden salıncak etkileyiciydi.

Kendimi öteki hissetmedim, hissettirilmedim. Belki Cihangir’in havasından, belki öğrenci güleryüzlülüğünden, belki kimsenin birbirine kara bakışlar atmamasından, belki de kimsenin diğerini öteki görmemesinden... Sergiden çıkarken, bu kıyafetle Fatih’te, Eyyüp’te, bırak öteki hissetmeyi, dolaşamam bile diye düşündüm. Erkeklerin kadınlar üstünden yürüttükleri/yürütmeye çalıştıkları bu oyuna, yine, çok kızdım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder