15 Ekim 2010 Cuma

Öykü (5. mektup)

Yağmur yağıyor canımıniçi. Hem de öyle nazlısından değil, şöyle esaslı, gök delinmiş gibi hızlı ve dolgun damlalarla yağıyor. Çatı saçağının ince kuruluğuna bir sandalye koydum, camın önündeki çiçekliğe de çayımı, geçtim yağmurun karşısına sana yazıyorum. Su zerrecikleri sıçrıyor yüzüme, ellerime, kağıda. Mis gibi toprak kokusu... Kasımpatılar şıkırdım çiçek... Apartmanın yanında küçük bir tarla var, ortası çukur, yağmurda içi su doluyor. Geçen gün, suyun kenarında iri, derisinin rengi ağaç kabuğu gibi koyu kurbağaların zıpladığını gördüm. Meğer tarlanın içi kurbağaların evi olmuş. Geniş, sümüksü, birbirine yapışmış, onlarca kurbağa yumurtası; yumurtadan yenice çıkmış binicik kurbağabalıklar, baş parmağımın yarısı kadar ufaklıklar hepsi suda. Çok sürmez, yağmurlu akşamlarda vıraklamaları eşliğinde yazarım sana.

Galiba, kütüphaneci e.’den başka bir arkadaşım daha oldu. İlk geldiğim hafta, postaneye giderken kaybolmuş, epey bir dolanmıştım. O gün, dışardangelenlerinmahallesi dedikleri mahallede bir dükkana da yol sormuştum. Sonradan bu mahallenin tek dükkanı olduğunu öğrendiğim dükkanı görsen, küçücük, ne bileyim senin evin banyosu kadar ancak var. Ama içinde yok yok, sanırsın bir alış veriş merkezine açılılan gizli bir kapısı var. Bir kere bakkal ve manavda olan herşey eksiksiz var, sonra iğne iplik makas tülbent sürahi cımbız kap kağıdı kalem tıraş çay süzgeci güneş kremi yanık merhemi kuru dut kuru erik kavanoz şemsiye çorap ... İçeride hiç penceresi yok, sadece kapıdan gelen ışık, bir de tavandan sallanan siyah beyaz çizgili kordonların ucundaki, iki çıplak yüz mumluk ampulün ışığı. Dükkanın sahibi dışardangelenlerden, on iki yaşındaki çırağının da ailesi dışardangelenlerden ama kendisi dışardangeleninburdadoğanı. Postaneyi sorduğum gün, çırak dükkanın loşluğu içinden gelip, ağır başlı tavırlarının arkasındaki çocuğu ele veren, cıvıltılı bir sesle “Ablayı götürüp geleyim mi?” demişti. İşte arkadaşım b. ile böyle tanıştık. Dışardangelenlerinmahallesi evin çok uzağında sayılmaz, aramızda sadece iki mahalle var. Bir aylak için kısa bir yürüme mesafesi... Orta birinci sınıfa gidiyor b., okuldan çıkıp buraya çalışmaya geliyor. Dükkan sahibi az konuşan, dingin adamlardan. Maskesi olmayan, sözünü sakınmayan birileri ile konuşmak gibisi yoktur. Geldiğimden beri, iki çift sakınmasız laf edecek birilerini özlemişim. Bir kaç kere, yolum sanki burdan geçiyormuş gibi yapıp uğradım dükkana. Ama çok geçmeden üç dışardangelen kapı önü yarenliğine başladık. Kurabiye veya kek pişirdiğim günlerde, mutlaka dükkana yürüyorum. Çaylar dükkandan, kurabiyeler benden, oturuyoruz kapının önüne, tentenin altına, ne güneş, ne yağmur, ne ayaz umrumuzda oluyor. Çoğunlukla b. ile ders çalışıyoruz, aralarda beş on cümlelik muhabbetler de açılıyor elbette. B. nin dokuz kardeşin dördüncüsü olduğunu; babasının geldikleri yerde taş ustasıyken bu kasabada kışın pazarcılık yaptığını; yazları tüm ailenin pamuk toplamak için evi bırakıp iş buldukları köylerden birine gittiğini; yaşlı dükkan sahibinin hiç kimsesinin olmadığını; dışardangelenlerinmahallesinde sadece tek bir yerden değil ama çoğunlukla aynı bölgeden gelen insanların yaşadığını bu kısa sohbetlerde öğrendim.

Yanıma az kitap aldım, burda kitapçı yok, kütüphanede 1970 sonrası basılan kitap yok. O yüzden dün kasabanın iline gittim, mecburen. Allahım, büyükşehir büyükkarmaşa! Üstelik bu, İstanbul gibi denizi, keyif verecek yerleri olan bir büyükşehir de değil. Tıkış tepiş bina, itiş kakış trafikten ibaret bir şehir. Minibüsten inip, taksiyle bir kitapçıya gittim, kitapçıdan çıkıp aynı şekilde taksi minibüs ve ev. Toplasan 2,5 saat ama yetti de arttı bile. Hiç okumadığım, senin de okumadığını sanıyorum, iki şairin birer kitabını aldım. Bejan Matur ve Birhan Keskin, zamandaşım iki kadın. Güzel şiirler, şehrin karmaşasına katıldığıma fazlasıyla değdi.

Kucaklıyorum.
t.


“Doğduğumuzda
Bizim için yaptırdığı sandıklara
Gümüş aynalar
Lacivert taşlar
Ve Halep’ten kaçak gelen kumaşlar
Dolduran annemiz
Bir zaman sonra
Bizi koyup o sandıklara
Yol
Rüzgâr
Ve konakları fısıldayacaktı kulağımıza.
Yalnız kalmayalım diye karanlıkta
Çocukluğumuzu ekleyecek
Avunmamızı isteyecekti
O çocuklukla.”
Rüzgar Dolu Konaklar, Bejan Matur

4 yorum:

  1. sevgili n,

    iki gündür sana yazmayı düşünüyorum. bir türlü olmadı. cuma günü senin mektubunu istanbul'un şakır şakır yağmuru altında okudum. caddenin üzerinde, remzi'nin kafesinde... arkamda oldukça yaşlı bir adam kalınca bir kitap okuyordu; sarı fosforlu kalemiyle çize çize. bu yaşıma geldiğimde ben de okuyacağım dedim, ama mor kalemle çizerek.

    istanbul'u bilirsin yağmurda bir başka güzel olur. cuma günü de çok güzeldi. pazartesi'ye hazırlık alışverişimi yaptım. pembe çiçekli bir gecelik aldım kendime. bir de üzerinde, uzanarak kitabını okuyan bir ayının olduğu pembe pijema ve açık şeker pembesi bir sabahlık. içim açıldı.

    sonra bugünlerin kitabı olsun diye hasan ali toptaş'ın harfler ve notalar'ını aldım. kafede sıcak çayım eşliğinde yağmuru dinleyerek onu okudum... baskısı tükenmiş bir kitaptan söz ediyor. kafka ile konuşmalar... gustav janouch yazmış ve bilgi yayınevi basmış. sor bakalım senin kütüphaneci'ye. varsa benim için alırsın ve okumam için gönderirsin...

    bu mektubu okurken sanırım ben derin bir uykuda olacağım; istanbul yarın yağmurlu ve fakat ılık olacakmış...

    kendine dikkat et, a'ya selamlar. kütüphaneciye ve yeni arkadaşına da elbette. bir de yeni arkadaşının dükkanında kavanozda pembe güllü lokumlardan da satılıyor mu bi baksana...

    öptüm canım,

    z.

    YanıtlaSil
  2. ah bir de unuttum. dönüşte anneme "çay koyar mısın?" diye telefon açtım ve caddenin simitçilerinden birinden bir susamlı bir de çekirdekli simit aldım. yaşlı, masmavi gözleri olan bir adamdı simitçi. tezgahının üzerinde gazete kağıdına sarılı bir kitap vardı. "ne okuyorsunuz?" dedim. alev coşkun'un kurtuluş savaşı öncesini anlatan bir kitabıymış; bana heyecanla anlattı. yağmur devam ediyordu ve ben mutluydum.

    YanıtlaSil
  3. Sevgili z,
    Mektubunu güneşin yağmur bulutları arasından kendini gösterdiği bir öğle vakti aldım. Senin derin uykudan uyandığını ve herşeyin yolunda olduğunu öğrendim, sevgilinden. Sanırım uyku mahmurluğunun verdiği pervasızlıkta, hayallerin kıvamlı diyarındasındır şimdi.

    Ah! Caddenin üzerindeki Remzi kitapevinin kafesi... Orda, mis gibi kahve kokuları ve mırıltılı sohbetler arasında okumayı özledim. Kasabada,envai çeşit kahvenin satıldığı kafeler yok, sadece iki tane çay bahçesi var. Ara sıra da olsa filtre kahveyi çok canım çekiyor. Büyükşehri kötüsüyle olduğu kadar, iyisiyle de orda bırakmak istediğim için, buraya biraz filtre kahve ve bir frençpres gönderin diyemiyorum. Ama bugün dışardangelenlerin mahallesine gidince, çay yerine şöyle köpüklü bir türk kahvesi içeyim.

    Sevgili Hasan Ali'nin tüm kitapları güzeldir ama okur olarak okuru sohbet ettiği 'Harfler ve Notalar'ı beğeneceğini sanıyorum. Kütüphaneci e.'ye soracağım kitabı.

    b.'nin dükkanında pembe güllü lokumlardan var elbette. Hatta naneli lokum ve horoz şekeri de var. Yollama mı ister misin?

    Sevgiyle kucaklıyorum seni.
    n

    YanıtlaSil
  4. Sevgili z.,

    Kahveyi dükkanda içeyim dedim ama tüm öğleden sonrayı kütüphanenin çardağının altında, mis kokulu iri sarı güllere bakan tahta bankta geçirdim. E.’ye senin aradığın kitabı ve kahve özlemimi anlatınca; önce kitabı buldu, sonra buraya gelirken aldığım, taze çekilmiş türk kahvesini pişirdi. Kitap, İz Yayıncılığın baskısı, çeviri A. Turan Oflazoğlu’nun. Yarın postaya vereceğim.

    Kitaptan bir alıntı da yapayım : "Düş, gerçekliği, tasarımı aşan gerçekliği ortaya çıkarır. Yaşamın korkunç, sanatın ise sarsıcı yönü işte budur."Kafka

    n

    YanıtlaSil