15 Kasım 2010 Pazartesi

Öykü (8. mektup)

A.’cım,

Sarı örgü iplerini götürdüm, “Alamam” dedi. İncecik, ufak tefek bir kadın. Gençliği yüzündeki şişliklerin, kan oturmuş yaraların altında kaybolmuş. “İstersen, senin için birilerini arayabilirim. Anneni, babanı... Söyle yeter, arar bulur buraya da getiririm”. Gözlerdeki korkuya inanamadım, ne dedim de bu kadar korktu, onu da anlamadım. Anlatsa, belki bir yol bulunur, hiç bir şey anlatmıyor. İyiyim abla. Gelmene gerek yoktu. Hayır. Alamam. Kimse görmesin. Güle güle. Dün durup dururken “Adım k. “ dedi. Bu da bir şey. Belki zamanla, başına bir şey gelmediğini görünce, güvenmeye başlar.

Mektupta yazdığın avukatı aradım. Savcılıya şikâyet dilekçesi vermek lazımmış. Karısı yapmalı dedi. Adını söylemeye korkarken nasıl şikâyette bulunması için ikna edebilirim ki? Aklıma e. geldi. Kasabada, k.’ya yardım edecek bir kişi veya kurum var mıdır diye sordum. Yokmuş. “Ev içinde olana resmi kişiler de, komşular da karışmaz. Hısım akrabadan birileri belki, o da bazen. Ancak ölünce…”

Sarı iple kaşkol başlayacağım. Örgü, kafamdaki çaresiz telaşı durdurur belki.
...
İçim kasvetli olunca, mektubu tamalayıp bir an evvel postalamak da mümkün olmadı. Dün başlamıştım, öğleden sonra oldu ancak devam edebiliyorum. Yine iyi şeyler yazamayacağım sana. Bu sabah k., kocasının birilerinden, benim hergün onu görmeye gittiğimi öğrendiğini söyledi. Zavallı çocuk, dün gece de bunun için dayak yemiş. “Sıkma canını abla, zaten dövecekti, bahanesi oldu. Kimi içip dövermiş, onu anlamak daha kolay. Bu içmez. Hiç görmedim. Sadece dövmek istediği için… Canı çekerse, yatakta üstümdeyken bile…”

Pencerenin önündeki, hani bahçenin renklerini, çayın tadını ve hayattan aldığım keyfi anlattığım mektupları yazdığım kanepeye oturdum, parmaklarım uyuşuncaya kadar, gözlerimi şişlerin ritminden bir kez bile kaçırmadan örgü ördüm. Belki kafamın içi boşalır, düşüncelerim telaştan arınır da ne yapmam gerektiğini bulurum diye... Ah! Cancağızım, örümcek ağına takılmış böcek gibiyim. Ne kadar korksam da, bir kez gördükten, olanı bildikten sonra dönüp gidemiyorum. Ve gittikçe ağa dolaşmaktan korkuyorum. Telaşlanma, telaşlanma, telaşlanmayalım. Nihayetinde kadınım, fiziksel gücümün yetmeyeceğini biliyorum, aklımla bir yol bulmaya çalışıyorum, korkma, akılsızlık etmem. Kendimi, televizyonda gördüğümüz, üçüncü sayfa haberlerden uyarlama, uyduruk dizilerden birinin içinde gibi hissediyorum. Kimse senaryoda yazılanın dışına çıkılamıyor, doğaçlama yasak! Etrafımdaki herkes ağız birliği etmiş gibi aynı şeyleri tekrarlayıp duruyor. Çaresizlik, şiddet ve siniklik üstüne boktan bir üçüncü sayfa dizisi gibi… Ama Cansever’in dediği gibi bir kere gelmiş bulundum. Ne çabuk yorumdum.

“Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.”

Sevgiyle
t.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder