15 Aralık 2010 Çarşamba

"her şey naylondandı o kadar"

“Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk”*

Algılarımız, direnme ve dayanma gücümüz, farkındalıklarımızla kuruyoruz hayatımızı. Hareket alanımızın bize lütfedilen kadar olduğunu, hayatın da sadece bizim yaşadıklarımızdan ibaret olduğunu sanıyoruz, bir süre. Efendilerimiz belirliyor yapıp edebileceklerimizi, sınırlarımızı, varlığımızın yerini ve anlamını. Kimi zaman düzden emrederek, kimi zaman da kültür, töre ve dinle süsleyip saklayarak...

Bir gün, ayak ve el parmaklarımıza bağladıkları iplerin farkına varıyorsun. Tek başımıza verdiğimizi sandığımız kararların başkalarının istekleri olduğunu; sistem denilen şeyin aslında “kukla oynatıcılar topluluğu” olduğunu anlıyorsun. Olimpos’un tepesinde oturup, insanların hayatıyla oynayarak eğlenen; zevkte ve şiddette sınır tanımaz tanrıların, Olimpos’taki yazlık saraydan dünya metropollerindeki kışlık villalarına taşınışlarını gözlüyorsun televizyonlardan. Algın genişlemeye başlıyor.

“Yaşam uzun...”
“Hayal kurmayı bırak demiyorum ama hayallerini erteleyebilirsin.”
“Daha çok çalışırsan daha çok kazanacağın kesin. Böylece istediğin evi ve arabayı alabilirsin.”
“Emeklilik mi, şaka yapıyor olmalısın, önünde uzun yıllar var ve sen evde oturup ölümü mü bekleyeceksin? Çalışmak her zaman zihni ölüm gibi kötü düşüncelerden korur.”
”Hayat atmışından sonra başlar. Çocuklar büyümüş evlenmiş olur. Emekli maaşın, evin, araban. Karı koca hayallerinizin peşinden huzur içinde gidebilirsiniz.”

Tüm bu cümlelerin bir replik olduğunu, The Truman Show filmine, bizi izleyerek eğlenmek ve üstümüzden para kazanmak isteyen tanrılar için hapsedildiğimizi fark ettiğimizde boğulacağımızı sanırız, ama boğulmayız.

Sonrası direnme ve dayanma gücümüze kalmıştır, bir de hayallerimizi ne kadar çoğaltıp büyüttüğümüze. Bir günümüz ötekine uymaz olur: yalandan da olsa alıştığımız düzenin rahatlığını severiz, tek başına tanrılara kafa tutan Prometheus Wikileaks davasını kazanır gücümüzü sınamak isteriz; yıllardır sakladığımız gerçek benimizi bulmak için ciğerlerimizi, beynimizi, kalbimizi yerinden çıkarır arkasına bakarız; herşeyden vazgeçer tembel tembel emekliliği beklemeye karar veririz; başa döner tek tek parmaklarımızdaki iplere bakarız, ne kadar sağlam bağlanmışız sınarız; bu dünyadan gelmiş geçmiş bir yol bulup iplerini kesmiş insanlarla, yazarlarla, düşünürlerle söyleşir, ne yapacağımızı bulmaya çalışırız; gökyüzüne, güneşe, yıldıza bakar, denize karşı çay içer, etrafta halinden memnun veya fark etmemiş insanlarla karşılaşır, adam sende boş ver gitsin, üç günlük ömür der geçer gideriz...

Bundan sonra bildiğimizce, istediğimizce devam etmek hayata;direnme ve dayanma gücümüze ama en çok da her zaman saklayıp koruduğumuz hayallerimize kalmıştır.

“Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"*

*Geyikli Gece, Turgut UYAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder