17 Aralık 2010 Cuma

“Korku Tüneli”nde “Korkuyu Beklerken”

“Morte ratesden,
Esur tinda serg! Teslarom portog tis ugor anleter,
ferto tahan ugotahenc metoy-doscent zist. Norgunk!
UBOR-METENGA”*

Sevgili Okuyucular,
Blogum bugün itibariyle www.rengarenkvesiyah.com adresine taşınmıştır. Yazılarımı yeni adresten yayınlamaya devam edeceğim.
Yeni yerimizde görüşmek üzere



Şimdiye kadar başınıza kötü bir şey gelecek diye korkmamış olabilir misiniz? Sanmam. Hele de, üçüncü sayfa haberlerinin yayılarak tüm ilk sayfaları ve ana haber bültenlerini kapladığı; paranoyanın insanları yönetmek konusunda alenen kullanıldığı bir zamanda yaşarken... Cinnet geçirip etraftakileri öldüren, yalnız yaşayan kadınların evlerine girip tecavüz eden insanlar, çocuk katilleri bizden çok uzakta olamaz. Peki, trafikte yol vermedeğimiz için dövülme olasılığımız yüzde kaçtır? Kurban ayinleri ve işkencelerden alınan zevkte tüm suç tanrının mı, yoksa şiddet insan doğasının bir parçası mı?

“Büyük bir fırtınaya tutulmuştum. Evet, yabancılarla dolu, bana yabancı olanlarla dolu, uçsuz bucaksız bir denizin ortasında yalnız başıma kalmıştım. Düşündüm. Avcuma aldığım nohutlara bakarak hayatımı, ne işe yaradığını bilmediğim zavallı yaşantımı düşündüm.”*

Korkularımız hayatımızı devam ettirmemizi engellemediği sürece baş edilebilir oluyor. Ya şiddet, uzakta durmak yerine bize dokunmaya kalkarsa; ya korku aklımızı ele geçirmenin bir yolunu bulursa? Evde biri var diye içeri giremez ya da dışarda şiddet var diye evden çıkamazsak; gündelik hayata eskisi gibi devam etmek için kendimizi ikna edemezsek...

Gökyüzü kapkaranlık. Kara bir bulut her yeri kaplamış. Kar yağıyor. Nükleer savaştan geriye sadece Haley ve Presley kalmış. Çünkü onlar uslu çocuklar. Başka kimse yok dünyada, onlara zarar verebilecek hiç kimse yok. Sadece Haley ve Presley... Çikolataları, bisküvileri, anncimvebabacımilaçları ile “İkinci Katta” yaşıyorlar. Biliyorum, nükleer savaş falan olmadı. Biliyorum, dışarda hala gündelik hayat devam ediyor. Bunu onlar da biliyor ama korkuyorlar. Siz olsanız korkmaz mısınız? Evin dışından biri sevdiklerinizi kaybetse, korkmaz mısınız? Peki köpeklerin saldırmasından, silahlardan, hamamböceklerini yiyen Cosmo Disney’den, yılanlardan, farelerden, ürkütücü yüzlü çocuk akıllı Pitchfork Cavalier’den, birinin size vurmasından, kabuslardan, dokunulmaktan... ?

“Birden, yararlı işler (kendime yararlı tabii) yapmak istedim. Ölümü ya da “onları” hareket halinde beklemeliydim. Henüz hazırlık dönemindeydik; kendimi bırakmamalıydım. Mutfağa girdim, bütün rafları, dolapları aradım: Biraz mercimek, nohut, fasulye, yarım paket makarna, bir paketin içinde iki üç kaşık yemeklik yağ (acımıştı), yarım paket kibrit, bir kavanoza yakın şeker ve tuzluğun içinde nemlenmiş tuz kalmıştı.”*

“The Pitchfork Disney (Korku Tüneli)”, 1967 doğumlu İngiliz oyun yazarı Philip Ridley’in 1991’de yazdığı ilk uzun oyunu. Aynı yıl Bush Teather’da ilk gösterimi yapılmış.

Tiyatro 0.2 bir kez daha, baştan sona en küçük ayrıntıyı düşünerek, keyifli ve etkileyici bir performans çıkarmış ortaya. Uzun, tek perdelik bir oyun Korku Tüneli. Dekor hiç değişmiyor; zincirler ve kilitlerle kapatılmış kapı sadece bir kaç kez açılıyor. Böylece istesek de istemesek de, Haley ve Presley’le birlikte, nükleer savaştan kurtulan uslu çocuklar olarak tünelde oturup korkuyu bekliyoruz.

İnsan yaptığı işe gönlünü kaptırınca, ortaya çıkardığından hem kendisi hem etrafındakiler keyif alıyor. Yoksa insan nasıl başka bir kişinin ruhunu kabul eder bedenine de, kendi gibi değil de onun gibi konuşmaya, bakmaya, ağlamaya başlar. Yoksa, nasıl olur da izleyen, “Ah, Haley! Korkma, sen uslu bir çocuksun, hadi elini ver kapıdan birlikte çıkalım.” Demek ister; ya da Pitchfork dönmesin diye kapıyı kapatmaya yeltenir; ya da Presley ve Cosmo birbirlerine bakarken yere oturup onlara bakmamak için kendini zor tutar; ya da kendi kendine “Hamamböceği yer miyim? Hayır yemem. Hayır demek aslında evet demektir, öyle söylüyor Cosmo. Yemem ama asla mı? Bilmiyorum” diye konuşur?

İkinci Kat, sahne mekanı olarak lüksten uzak. Bu, seyirci olarak bana hem ortada dönen hareketin içinde olma, hem de sokaktan içeriyi seyretme hissi veriyor. Mekanın konforu içinde gevşemek mümkün olmayınca, aklım ve bedenim kendi gerginliğiyle oyuna dahil oluyor. Zaten arızalı düşünceleri ve duyguları da gevşek bir bedenle karşılayamazmışım gibi geliyor bana da.

Herşeyi böyle bir düzen içinde bir araya getiren yönetmenin, doğal ve akışkan dil için çevirmenin, bizi Haley ve Presley ile odaya hapseden tasarım ekibinin emeğine sağlık. Ne iyi etmişler de Korku Tüneli’ni hazırlamışlar. Kendinize bir iyilik yapın ve 23 Aralık 2010 da sahnelenecek son gösterimi kaçırmayın. Yoksa tekrar oynarlar mı acaba diye beklemek zorunda kalacaksınız, benden söylemesi.

“Artık ne kapıları kilitleyecek, ne de anahtarları vazonun içine atacaktım; ayakkabılarımı giymeden paltomu giyecektim, serserinin biri olacaktım.”*


İkinci Kat, Beyoğlun’daki eski binalardan birinin ikinci katında, mütevazı bir mekan. Biletinizi, daire kapısının önündeki masadan alıp, oyunu iki daire arasındaki kısa boşluğa karşılıklı yerleştirilmis dört sandalyeden birine oturarak bekleyebilirsiniz. Ya da oyundan epey önce gelmişim, İstiklal’in kalabalığında dolaşasım da yok diyorsanız, Barcelona Pastanesi veya geçidin içindeki çayhane tam size göre.

Tiyatro 0.2 nerededir diyorsanız:
İstiklal Cad. Olivio Han Geçidi Sk. Olivio Han. No: 1/2, Galatasaray/Beyoğlu
Galatasaray’dan Tünel istikametine giderken Barcelona Pastanesi’nin olduğu sokakta, soldan ilk bina)

Ve oyunun künyesi:
Yazan: Philip Ridley
Yöneten: Sami Berat Marçalı
Çeviren: Özlem Karadağ
Oyuncular: Banu Çiçek Barutçugil (Haley), Murat Mahmutyazıcıoğlu (Presley), Ushan Çakır (Cosmo Disney), Eyüp Emre Uçaray (Pitchfork Cavalier)


*Alıntılar: Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay (İletişim Yayınları)
* Görseller: Tiyatro 0.2 bloğu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder