26 Temmuz 2010 Pazartesi

Biriktirmek

“ İnsanın dünyasını, yerel, anlaşılır, makul, tutarlı dünyasını kurduğu malzeme, her şeyden daha az bir şey değil. Yani tüm seçimler keyfidir. Bütün bilgi kısmidir –neredeyse hiçbir şeymiş kadar. Muhakeme yeteneği okyanusa atılmış bir ağdır. Çekip çıkarttığı gerçekler sadece bir parçadır, bir anlık bir görüntü, tüm gerçeğin bir parıltısıdır. Bütün insan bilgileri yereldir. Her yaşam, her insan yaşamı yereldir, kendincedir, hemen hemen hiç denecek yansımasının pırıltısı gibidir...” Ursula K. Le Guin, Bağışlamanın Dört Yolu (sayfa 135)
Cumartesi tüm öğleden sonra, akşam ve nerdeyse gecenin üçte biri, kitapları gözden geçirip tozlarını alarak geçti. Bu kadar kitap ve dergi, ara ara elden geçirilip azaltılmasına rağmen, nasıl birikmişti? Yeni kitaplığa yerleştirme bahanesiyle, bir elemeden daha geçirdim, paketlenmiş kitaplar evi terk etmek üzere kapının dibinde bekliyor.

Neden sürekli bir şeyleri biriktiriyorum(z)? Yiyecek, giyecek, ıvır zıvır, para, ev, kitap, toprak, poşet, gazete, bir gün lazım olur belki diye küçük küçük şeyler... Neden ihtiyacımız olan kadarını almayız veya artık ihtiyaç duymadığımızda hemen değil de bir süre bekledikten sonra başkasına veririz? Dar gelen kıyafetler, bir gün zayıflar tekrar giyeriz diye; okunan kitaplar olur da tekrar okursam diye; beş paket makarna, üç paket orkit nasılsa kullanıyorum bulunsun diye; poşetler ve gazeteler illaki lazım olur diye; eski kıyafetler temizlikte kullanılır diye... Ve herşey mantıklı olmasa da kesinlikle mantıklı gelen bir gerekçeyle, biriktiriliyor.

Kitap okumayı sevmek, beraberinde kitabın kendini sevmeyi de mi getiriyor yoksa? O yüzden mi elektronik kitaplarla aramdaki mesafe? Ellemek, koklamak, yazanla kağıt aracılığı ile ortaklık kurmak, okurken satırları çizmek, yanlarına not almak, bu dünyadan gelip geçtiğimi kitaba işaretlemek...Sıradan insanlar olarak, bu dünyaya tutunmak, bu dünyada geriye bir şey bırakmak istiyoruz. Bir duygu, bir anı, kitabın kenarında bir not, bir fotoğraf anı...

Cumartertesi sabaha karşı yatağa giderken, tüm kütüphanemden geriye bırakmak istediğimin liseden beri bana yazılan mektuplar ve kartpostallar; bir de dönüp dönüp okuduğum iki küçük raf kitap olduğunu anladım. Borges elinden çıkartmak istediği kitapları güzelce paketler, bir kafede, kitapçıda, parkta bırakırmış. Artık kitap sevmekten vazgeçmeli, sadece okumayı sevmeyi öğrenmeliyim belki de.


Şöyle sıkıcı, kasvetli, yeni yayınların bulunmadığı, mesai saatiyle çalışan halk kütüphaneleri yerine; içinde küçük kafeleri olan, koltukları rahat, ışığı bol, 24 saat açık, farklı dilleri ve yeni yayınları takip eden kütüphaneler olsa ne güzel olurdu. İşte bu tasarımlar, benzer şeyleri hayal etmiş Çek Cumhuriyeti mimarlarından, Prag kütüphanesi için...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder