12 Ağustos 2010 Perşembe

“beni izleme ben de kayboldum”

“beni izleme ben de kayboldum”
–kamyon arkası yazılarından-

İlk soluğumu, ayva sarısı, nar tanesi günlerin, serin akşamların, uzun uzun susulan, yağmurun içinden geçilen gecelerin birinde almışım. Üstünden, otuz beş sonbahar geçmiş. Otuz beş kez, ağaçların uykusuna şahitlik etmişim. Bir kez daha, geçen yılın hesabını yapmakla, gelecek yıl için hayaller kurup, hedefler koymakla nereye varır ki insan? Ya da bir akşam kendini eve kapatıp, bundan sonra nasıl bir hayatta, nasıl bir insan olarak yaşamak istiyorum diye düşünüp karar verince değişir mi herşey? Babaannemin küçüklüğümde beni severken söylediği gibi, bu günden sonra Narin olsa adım, daha narin mi davranır zaman bana? Şaşkın. Kendini kandırma şaşkın. Masalların, gerçeklerin epey uzağına düştüğünü öğrenemedim mi bunca yıl? Öğrenemedim. Ben masal dinlemeyi sevdim, herkes de masal anlatma hevesindeydi. Kimse de bunlar masal değil demedi. Hatta masal mı dinliyorum acaba soruma “Ne masalı güzelim, istersen herşey olur. Bak saçlarını bu renge boyamayı iste, göreceksin etrafında herkes pervane olacak. Hatta bu arabayı satın almayı istersen, işte o zaman göreceksin hayatının ne biçim değiştiğini” veya “ Elbette sabah erkenden uyanıp işe gideceksin, tatil için para biriktirip, bir yıl çalışarak hakettiğin üç beş günü zevk-ü sefa içinde geçireceksin. Mutluluktan çıldıracaksın tatilde, hatta aşka düşüp yanacak, baştan yaratılıp döneceksin, evine, işine. Esaretine mi döneceksin? Esaret diyen oldu mu şimdi?” ve benzeri sözlerle karşılık verdiler. Çok da fazla itiraz etmeye hevesim yoktu. O da doğru ya...

Bu şehir üstüne üstüne geliyor insanın. Yok canım şehir değil, üstüme üstüme gelen, insanlar. Reklam panolarında inci dişlerini göstererek gülen, otobüslerin içinde yorgun biteviye dolanıp duran, taksilerde bir kolu dışarı sarkarak çile çeken çile çektiren, kah sallana sallana, kah uygun adım yürüyen, boyalı, terli, jöleli, tıraşlı, sakallı kocaman bir keşmekeş. Masal şehri Istanbul’un masal yorgunu insanları.

Madem esaretten kurtulmuş hayatım, o zaman masallardaki gibi bir kutlamayı hakettim. Hadi, yol nereye götürürse oraya gitsin ayaklar. Kaf dağı çıkarsa karşıma aşılsın, peri padişahının oğlu ile karşılaşırsam öpülsün, ejderhalar keserse yolumu keloğlan gelsin diye beklensin. Otobüs gelirse binilip gidilsin. Nereye olduğunun ne önemi var, nasılsa her şey masal.

”Nice istasyonlarda,nice limanlarda,havaalanlarında durakladım.Her gidenle gitmek istedim.Her yolculuğa çıkmak.Hiçbir yere gitmesem de,sürekli yolculuklarda olduğumu algılamakla geç kalmadım.Ama genç yaşlarda,henüz bana,yaşamı yaşanır kılan bu duyguya varmadan önce,gidememek,derin,derin,derin bir acıydı.” Tezer Özlü-Yaşamın Ucuna Yolculuk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder