11 Ağustos 2010 Çarşamba

Yazdıklarımdan (3)

“Sen gökyüzünde doğan güneş, ben yollarda çilekeş”
–kamyon arkası yazılarından-

“Seni hiç kimse terk etti mi?”
“Hayır”
“Hiç kimse mi?”
“Hiç kimse”
“Peki hiçbir yerde unutuldun mu?”

O sabah da şaşkınlık içinde uyandı. Uzun zamandır, “içimdeki boğuntu bu gece soluğumu kesecek” diye düşünüp ölmeye yatıyordu. Bu umarsızlığının sebebi beklentisizlik mi, yoksa ölmeye yattığı gecelerin çokluğu mu emin değildi. Tıslayarak güldü. Düpedüz dalga geçiyordu işte. Umursamadıkça hayat inatlaşıyor, hayat inatlaştıkça o sabahları daha bir şaşkın uyanıyordu.

Akvaryumdaki kaplumbağaların tıkırtısı ile kendine geldi. Hazırlanmalı diye düşündü. Bedenini sürükleyerek tuvaleti banyoyu dolaştı, eline ilk geçen kıyafetleri isteksizce giyerken aynadaki görüntüsüne, düşmüş omuzlarına, duruşundaki bezginliğe, kadınsılığı çekilip gitmiş bedenine bakıp daldı bir süre. Kaplumbağalar acıkmış olmalı, taşların tıkırtısı iç odaya kadar geldiğine göre. Bu hal üstüme yavaş yavaş yayıldı diye geçirdi aklından. Gün be gün bu şehrin sokaklarından kokusundan sesinden uzaklaştım. Sokaklardan uzaklaşmak odalara kapanmak, odalara kapanmak şehirden sonra kendimden de sıkılmak oldu. Hoş hiç hayata kök salmadım ya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder