17 Ağustos 2010 Salı

Bilmek mi bilmezden gelmek mi?

“Herhangi bir insanın vahşetin en amansız boyutlarını gösteren fotoğraflarla karşılaşması, bir tür ifşadır, prototipik açıdan da modelin ifşadır. Benim kendi payıma bu ifşayı yaşadığım an, Temmuz 1945’te Santa Monica’daki bir kitapçıda tesadüfen gördüğüm Bergen-Bersen ve Dachau fotoğraflarıydı. O güne değin – fotoğraflarda ya da gerçek hayatta- görmüş olduğum hiçbir şey, içimi bu denli keskince, derinden ve anında deşmemişti. Gerçekten de, tam olarak ne hakkında olduklarını kavramam yılları alsa bile, hataımı o fotğrafları gördüğümden önceki dönemim (o zaman henüz oniki yaşındaydım) ile sonraki dönemim olarak ikiye ayırdığımı söylersem abartıya kaçmış olmam. Onları görmem neye yaramıştı? Kaldı ki, fotoğraftan başka bir şey değildi onlar –o güne değin hemen hiç haberim olmamış ve etkilemek için de hiçbir şey yapamayacağım bir olayın, hemen hiç tasavvur edemeyeceğim ve dindirmek için de elimden elimden en ufak bir şey gelmeyecek olan bir ıstırabın fotoğrafları. Fakat o fotoğraflara baktığımda içimde bir şey kırılmıştı. Bir sınıra dayanmıştım ve bu salt dehşetin sınırı değildi; tesellisi mümkün olmayan bir kedere düşmüş, yaralanmıştım, ama duygularımın bir kısmının katılaşmaya başladığını da hissetmiyor değildim; içimde bir şey ölürken, bir şey de hala feryat edip duruyordu.” Susan Sontag – Fotoğraf Üstüne


Bilginin kulaktan kulağa aktarıldığı dönemler çoktan geçti, yavaş yavaş basılı medya aracılığı ile aktarıldığı dönemleri de geride bırakıyoruz. Artık dünyanın bir yerinde olan, elektronik medya sayesinde nerdeyse anında tüm dünyaya yayılıyor. Bu ise bireye bir taraftan birleşerek/ değiştirerek/tepki göstererek/yandaş olarak veya karşı durarak olan biteni etkileme gücü verirken; diğer taraftan da tamamını elemeye/algılamaya fırsat bulamadığı bilgi akışı karşısında olan bitene duyarsızlaştırıyor.
Evet atmış beş yıldır dünya savaşı olmuyor. Peki bu sürede, dünyanın bir yerinde iç savaş olmadan, iki ülke savaşmadan bir yıl geçirdik mi? İnsanların savaş alanında çekilen fotoğraf karelerini görüp irkildiği günlerden, savaş fotoğraflarını zapladığımız günlere ne zaman geçtik? Akıl ve ruh sağlığımızı korumak için, içimizde ölmesinden korktuğumuz yaşam ümidimiz için mi başımızı öbür tarafa çeviriyoruz? Rahat bir soluk alıp, hayal etmemize fırsat vermeyen karmaşadan mı yorulduk? Evet, politikacıların, çözülebilecek olayları karmaşıklaştırdığını görmekten, en basit konularda polemiğe girmelerinden, çözümsüz konuları görmezden gelip altında ezilmemizi seyretmek için kenara çekilmelerinden, adına derin devlet/mafya/ ordu/ hükümet dediğimiz egemen güçlerin dünyanın her yerinde hırs ve çıkar içinde ölümlerden/ silahlardan para kazanmalarından, yorulduk. Bir tarafta seçimle de gelse seçmeni tebası sanan politikacılar, öte tarafta teknoloji gelişirken gözardı ettiğimiz ama artık sesini doğal felaketlerle duyuran dengesi kaçmış doğa.. Ve hepsinin karşısında, dünyayı değiştirmeye tek başına gücü yetmeyen, ama bir araya gelmeyi de unutmuş, belki de hiç öğrenmemiş insanlar. Güçün ezdiği ama güç kendisine geçince de ezmeye hazır ezilenler. Ve karmaşanın içinde ne yapacağını bilmeden arafta bekleyenler.

Ah! Ülkemde yıllardır süren “hafif yoğunluklu savaş”ta ölenler. Ah! Ekonomik krizlerin ve sermayenin gücünün altında ezilerek yaşamı asgari de sürdürenler. Ah! Yaşam enerjisini kaybetmenin sınırında çırpınan insancıklar. Ah! Yaşadığı hayatı başkalarının kontrolüne veren biz. Ah! Gördüklerinden yorgun ruhlarımız.

Korkuyorum. Bir gün, kafamı çevirdikçe parça parça kaybettiğim insanlığımın, hepten tükenmesinden korkuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder