10 Ağustos 2010 Salı

Bunalmış bedene, serin bir ruh!


Tüm Türkiye gibi, İstanbul da en sıcak yazlarından birini yaşıyor. Islak kıyafetler, terde birbirine sürtünmekten yavaş yavaş aşınıp incelen bacaklar, rengarenk yelpazeler, Boğaz kıyısında suya atlayan veya kenarda kuruyan göbekli göbeksiz kıllı parlak kavruk bakır tenli genç çocuk delikanlı yaşlı erkekler, çantadan eksik edilmeyen yedek tişörtler, soğuk su ister misin abla soruları, kliması olan mağazalara girip iki dakika serinleyenler, balık istifi dolmuşlarda sırtını başkasının sırtına dayayıp yüzünü camdan gelen serinliğe çevirenler... Terle karışık bir sisin içinde devinip duran İstanbul.

Kafe ve restoranlarsa, kapalı klimalı yerde değil de sıcağa rağmen bahçede yemek yemek isteyen müşterileri bir nebze serinletebilmek için, masaların aralarına vantilatör yerleştirmek veya mekanik açılır kapanır tentelerin arasından pısss pısss diye sular püskürtmek – evet, evet tam da Migrosların sebze reyonlarında yeşillikleri ıslattıkları sistem- gibi yollar deniyorlar. Benim hayalimse binbir gece masallarındaki gibi, beyaz tunikler giymiş bakır tenli garsonların, duraksız salladığı büyük yelpazelerle serinletilen bir bahçede yemek yemek. Bakalım, sıcaklar geçmeden bunu yapan bir girişimciye denk gelecek miyim?

Bu havalarda akıl sağlığını korumak için en gerekli şey, kanımca serin bir ruh! Nasıl mı olur ruhun serini? Gezenti olur, sıcak soğuk yağmur sis gibi doğa olaylarına fazlaca takılmaz. Tek başına dolaşmayı sevmem, tiyatroya konsere sinemaya gitmek için illa ki yanıma birini isterim demez. Bulunduğu yerde ve anda olmayı bilir, içtiğinin yediğinin tadını alır, teleşaye getirmez. Kafasını kaldırıp gökyüzüne bakınca bulutları veya ayı göreceğini bilir, bilmekle kalmaz kafasını kaldırıp bakar. Serin ruh, siz de başka haller çağrıştırıyor olabilir. Mesela?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder