3 Ağustos 2010 Salı

Anahtarlarımız

“Siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum
Bilmem bir testi, bir bakır sahan kolay mı sizinle
Çok rahat bir gökyüzü mü var sizinle
Güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda
Yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde
Siz küçük adıyla mı çağırırsınızz sessizliği
Öyle mi, ya kim uyandırır sizde
Bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini
Bak'ları, duy'ları, okşa'ları, evet'leri
Hele bu elleri, ayakları bu
Gözleri gözleri.”
Edip Cansever (Yerçekimli Karanfil)

Ursula K. Le Guin’in “Bağışlanmanın Dört Yolu” kitabının içindeki öykülerden birinde anahtardan bahsediyordu. Kitap yanımda olmadığı için tam cümleleri yazamayacağım –belki yarınki yazıya eklerim-

Anahtar kelimesi hem gerçek hem de mecazi anlamı ile dolaşıyor zihnimde. Tek başına işe yaramayan ama kilitle birlikte beni dışardan ayıran evimin anahtarı; alarm sistemleri, çelik kapılar ve güvenlik kameralarının olmadığı, şimdiden bakınca masalımsı gelen ama aslında yarım ömür öncesine ait dökme demirden basit kapı anahtarları; otel odalarının şifreli tek müşterilik kart anahtarları; yurt dolabının ve lab dolabının hep bir arada duran küçük anahtarları...Sırları açık eden anahtarlar, zihnimdeki anı kutucuklarının anahtarları, kimini bildiğim kimini farketmediğim ruhumun anahtarları...

Belki de hayatta yol alırken yaptığım, bir yandan yeni kutulara bir şeyleri saklamak, öte yandan eski kutuların anahtarlarını bulup kutuları açmak. Belki de bir gün ulaşmayı hayal ettiğim dinginliğe ve genişlemiş ruha, tüm anahtarları bulup kutuları açtığımda ulaşacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder