23 Kasım 2010 Salı

tarif defteri

Bazen yaşadığım ülkede, şehirde, zamanda hayat zormuş gibi geliyor. İnsanların yaptıklarına, düşündüklerine, insafsızlıklarına hayret etmek, üzülmek, olan biteni değiştirememek, aklımı, kalbimi, bedenimi, gözümü, gönlümü yoruyor. Sonra bir an oluyor, ya hayatımda olmazsa eksiklenirim dediğim birinin varlığı, ya karnımın tokluğu, ya havanın rengi, hayat güzel diyorum, hem de tam şu zamanda, bu ülkede ve bu şehirde, güzel. Boşuna dememişler dertsiz insan yoktur diye, bize küçük gelen başkasına büyük dert, ya da benim küçük burjuva hayıflanmalarım aslında dertsizin dertlenmesi, ne ben bilirim, ne siz, gerçekte kim kimden daha dertli. Geriye dönüp bakınca ve anlatılan kadarıyla, epey bir nesil hep dertliymiş kendince. Bu kadar evrimleşmeye, bu kadar teknolojiye rağmen, kimsenin derdi bir gıdım eksilmediğine göre, acaba insanın içinde dert ister, dert sever, dert çeker, dertli bir kısım mı var? Bilmem ki, belki de...

İçimizdeki sevinci, gözümüzdeki ışığı artıran, yaşamı anlamlandıran, yüreğimizdeki dertlerin yanı başında durup bize güç veren "iyi şeyler" de yok mu?  İşte, sorunları görüp kafa yorduğumuz kadar, bu iyi şeyleri de görüp çoğaltalım, paylaşalım ki hayata dair umudumuz ve yüreğimizdeki sıcaklık artsın, diye düşündüm. "İyi şeyler" başlığı altında toplanayacağım bu yazıları, belki okuyanlar da, kendi hayatlarındaki veya etraflarındaki iyi şeyleri paylaşırlar, birlikte çoğalır/çoğaltırız, kim bilir.

İyi seyler...

Annemin orta okuldan beri bir kez bile küsmediği üç yakın arkadaşı vardır. Doğduğum günü bilen, annemin ne zaman sıkışsam, ne zaman hasta olsanız yanımdalardı dediği, gözlerinin içi gülen üç güzel kadın... Onları tanıdığımdan beri bu dört arkadaşın birbirlerine sevgisi saygısı hiç eksilmedi. Birbirlerinin özel hayat sınırlarına izinsiz girmediler, tıpkı evlerine habersiz gitmedikleri gibi. Üç gün arka arkaya görüştüklerinde de, bir kaç ay ayrı kaldıkları yaz tatillerinde de, hep aynıydılar. Çocukluğumda, onlar hayatları hakkında konuşurken bir yandan oyun oynayıp bir yandan onları dinlemeye bayılırdım, bir de hazırladıkları kurabiye kek poğaça ve tatlılara. Örgü modelleri, yemek tarifleri, gündelik hayat tüyoları değiş tokuş edilir; hemen oracıkta üç beş sıra örülüp alınan örgü modelleri, eve gelince, ilerde kullanılmak üzere örnek torbasına konurdu. Küçük not kağıtlarına yazılan yemek/pasta/kek tarifleri de, aman kaybolmasın diyerek, mutlaka aynı akşam, evdeki "tarif defteri"ne yazılırdı. Hala en sevdiğim kurabiyeler ve poğaçalar o defterde yazılanlardır.

Defterden, sevdiğim bir tarifi aynen paylaşıyorum. Afiyet olsun!

Güler Teyzemin fındıklı kurabiyesi :

İki fırın tepsisi kurabiye için malzeme :
2 yumurta (birinin akı ayrılacak)
Bir su bardağı yoğurt
Yarım paket margarin
Yarim kilo şeker
Yarım su bardak sıvı yağ
1,5 paket kabartma tozu
Bir tutam tarçın
Biraz kuru üzüm
Alabildiği kadar un
Biraz dövülmüş fındık

Yapılışı:
Margarini eritip, sırasıyla yoğurdu, sıvı yağı, yumurtayı, şekeri, kabartma tozunu ekleyerek iyice çırp. Sonra tarçın ve üzümleri ekle. Kurabiye hamuru kıvamına gelinceye kadar un ekle.

İstediğin büyüklükte yuvarladığın kurabiyeleri önce yumurta akına sonra dövülmüş fındığa batırıp tepsiye diz. İstersen, fındıkların içine biraz toz şeker de ekleyebilirsin.

*Fotoğraf Google Image (23/11/2010)

2 yorum:

  1. Yani uzun uzun yazmak isterdim bu simsicak yaziya. Tepkiler kismindaki kategoriler yetersiz geldi. Benim simdi yazacaklarim da muhtemelen. Bilgisayarda goruypruz hatta konusarak duyuyoruz da, ama koklayamiyoruz.Bu yazi kurabiye kokusu doldurdu buraya bayildim, tesekkurler, Nurdan

    YanıtlaSil
  2. Annemlerin buluşmalarını düşündükçe, insanın böyle birlikte keyif aldığı, içinde sadece sevginin ve acıyı/neşeyi/güzeli paylaşmanın olduğu ritüelleri olmalı diyorum. Ne bileyim, illa evde beş çayı buluşması olması gerekmez, keyif alınan bir pastanede, çay bahçesinde mesela... Yaşam telaşı içinde durup birbirimize bakmak, birbirimizi görmek ve sevgimizi sakınmasız ortaya sermek için.

    YanıtlaSil