13 Ağustos 2010 Cuma

Hayatın Hediyesi

 “hayat buysa, üstü kalsın”
–kamyon arkası yazılarından-
Madrid’de yaşayan çizer arkadaşım, RTVE (ispanya radyo ve televizyon) ile yaptığı söyleşinin bir yerinde çizme yeteneği için “regalo de vida / hayatın hediyesi” demişti. Peki hayatın bize verdiği hediye, yetenek, güzellik, fiziksel güç veya zeka gibi farkedilmesi görece kolay bir hediye değilse? Ya kimse, içimizde bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen, kurdelelerle süslü bir kutunun olduğunu söylemediyse? Hayata bir ucundan tutunmak için okullar, sınavlar, iş görüşmeleri, iş toplantıları, mecburi hizmetler, isteyerek/istemeyerek üstümüze yüklenen sorumluluklar, sorunlar, kaygılar, ez cümle hayat rutinimiz arasında geçip giden yıllar. Ve bu dünyaya gelirken elimize tutuşturulan, bilmeden gün gün daha kuytu daha tozlu bir yere ittiğimiz hediyemiz. Acaba, dışardan gelen seslere kulağımızı tıkayıp kendi içimize dönsek, hayallerimizi dillendiren iç sesimiz, hediyemize giden yolu da gösterir mi? Bu sesi kolayca ve gürül gürül duyanlar, duyduğunu anlayanlar şanslı olsa gerek.

Bense kendimi duymak için önce bir durmalıyım. Durup olduğum yere, yaptığım şeye, kendime bakmalıyım. Şikayet ettiğim şeylere, evimin içindekilere, iş yerindeki insanlara, sevdiğim şeylere, yaşadığım şehre... Durmalı ve görerek bakmalıyım. Tek tek ve bir arada. Sonra kapatıp gözlerimi hayalimizdeki yere gitmeliyim, kumsala, dağa, şehre, bahçeye, yola, eve, her nereyse oraya. Hayal ettiğim yerdeki kendime bakmaya, onunla konuşmaya. Yoksa açtığım hediye paketinden çıkan şeyle ne yapacağıma, ne yöne gideceğime gündelik hayatın rutini ve gürültüsü içinde karar vermek zor. Bu sesi kaybedersem, ya serpilen ekmek kırıntılarını kuşlar yemeden yola koyulmalıyım, ya da Yerdeneniz ülkesindeki Ged gibi doğadaki canlıların kadim dildeki gerçek adlarını öğrenip onlarla konuşmalıyım.

2 yorum:

  1. lise birdeyken sırf o yıl (yani sırf lise birde alacak şekilde) aldığımız soyoloji dersi vardı, ezber de hep kötü olduğum için bu derste çok zayıftım çünkü ancak konuyu irdeleyerek bir şeler aklımda kalabiliyordu.... konu gelişmiş ve idael toplumların özellikleriydi... sıralanan özelliklerden biri: gelişmiş bir toplum bireylerin yeteneklerini ortaya çıkaran bir toplumdur... ben o zamanlar rusya aklıma gelirdi... sınırda oturduğumuz için rus devlet kanalını izlerdik o zamanlar, onlarda zaten reklam olsun diye sınır otesi yayın yaparlardı,tabi uydu anten nedir diye bir fikrimiz yoktu daha...... sonraları anladım ki onlar bile insanların yeteklerini kendi üstünlüklerini ispatlamak için kullanıyorlar... yani bireyin kendisi değil önemli olan yeteneğiydi.......

    YanıtlaSil
  2. Belki de en ideali, bireye kendi içindeki yeteneği ve yolu bulması gerektiğini öğretmektir. Kendini fark etmesini, dünyada durmak istediği yeri bulmasını,dünya üstünde geçireceği sürede arayacağı ve bulduğunda paylaşması gereken şeyler oldugunu bilmesini öğretmek. O yüzden bana, çocuklarına gerçek ismini yaşarken yaptığı/kişiliği/kendi varlığı ile sonradan veren kızılderili toplumları yakın geliyor. Ya da bu dünyada her kişinin bir yolu olduğunu ve bunu araması gerektiğini söyleyen sufi veya budist felsefeler.

    YanıtlaSil