25 Ocak 2011 Salı

gece, uykusuzluk ve yağmur

“Dedem şöyle derdi hep:”Hayat şaşılacak kadar kısadır. Şimdi belleğimi yokluyorum da, örneğin bir gencin ata atlayarak, mutsuz rastlantılar bir yana, mutlu bir akış izleyerek normal bir yaşam süresinin bile böyle bir şey için yetmeyeceğinden korkmaksızın, en yakın köye gitmeye nasıl karar verebildiğini anlamıyorum”*

Hayatın anlamı ve zaman üstüne uzun düşüncelere dalmak, duvarları gözle görülmeyen bir labirentin içinde kaybolmak gibi. Durduğun yere, baktığın yöne göre sonuçlar değişiyor. Sevgi, hiçlik, sonsuzluk, çaresizlik, bir solukluk, paylaşmalık, anlamsızlık… İnsan düşünmeyi biraz uzatsa, sonuçların çeşitliliğinden, dolaştığı yolların karmaşasından tüm algısı şaşacak diye korkuyor.

Yağmur, aşk, güneş, arkadaşlar, aile, deniz, çocuklar, iş, hobiler algımızı labirentin içinde uzun süre kalıp kaybolmaktan alıkoyar, neyse ki.
Bütün gün “Şöyle bardaktan boşanırcasına yağsa, sokaklar, çatılar, ağaçlar, insanlar bir güzel ıslansak, elimizin yüzümüzün tozu kiri aksa” diyerek beklediğim yağmur, sabaha karşı nihayet başladı. Sitelerin güvenlik görevlileri ve biz birkaç uykusuz çıkarıyoruz, sessizliğin ve yağmurun keyfini.

Yağmur, dağları hatırlatır bana. Çinko çatılı tahta evin içinde günler geceler boyu konuşup duran yağmuru dinleyerek uyumalarımı /uyanmalarımı. Çam dallarından sicim gibi süzülen, ahşabın içine işleyen, çatıda tıpırtısı bitmeyecek sandığım sağanakları. Üç odalı ahşap evin içine hapsolan üç çocuğun, üç ayrı pencerenin pervazına çenelerini dayayıp seyrettiği kırmızı çamur derelerini, çam ağacının kabukları arasında dolanan salyangozları, uzaktaki yoldan tek tük geçen arabaları, saçak altına saklanan serçeleri... Annemin pişirdiği mis kokulu mercimek çorbasını, şekere bulanan ekmek balıklarını, uzun sabah kahvaltılarını; babamın anlattığı masalları; yüzüstü yere uzanıp, dirsekler yerde, eller çenede, pür dikkat dinlenen TRT radyosu çocuk saati programını; uzun zamanları ve sebepsiz neşeyi...

“Sonunda başbaşa kalıyoruz gene
Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
On temmuz cumartesi
Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Ve yağmur hızlanıyor biraz
Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum
Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum.”**


Hamiş: Bu yazıya, okuyan herkes kendi yağmur anısını yerleştirsin diye fotoğraf eklemiyorum.

*En Yakın Köy, Kafka
**Bilmez miyim Hiç, Edip Cansever

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder