28 Ocak 2011 Cuma

gündelik

Sevgili Okuyucular

Bloğumuz taşınmıştır. Yeni yazılara http://www.rengarenkvesiyah.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Görüşmek üzere..







“Bugün pazartesi mi? Kapının, pencerenin durumu
Salıyı gösteriyor.
Salondaki büyük saati sattım
Saatin ölçebileceği
Herhangi bir zaman parçası yok
Gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
Bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
Ne gereği var ki saatin”*

Zorunluluk kelimesi, sizde de isyan etme ve zorunlu olunan şeyden kaçma işteği uyandırır mı? Mesela iş yerinde çalışırken aklınız her fırsat bulduğunda “hadi sokağa çıkalım” der mi?

Kapalı yerde, dört duvar arasında bir daralma, kendini yollara vurma isteği duyar mısınız? Annem duymasın ama bendeki durum biraz da aileden geliyor olabilir. Annem babam için kargoyla bir şey satın aldım diyelim, teslimat adresi olarak onların adresini vermektense, bana getirsinler ben uçağa binip elden teslim edeyim daha iyidir. Hiç evden çıkmayacak bile olsalar, kargoyla göndersem cümlesini tamamlamadan, gezmeye gidebiliriz, ekmek almaya da mı çıkmayalım, saati belli mi ya dışarı çıkmak istersek, evde kalmak zorunda bırakma bizi cümleleri sıralanır. Aynen benim kafamın içinde de biri bıdı bıdı bıdı bıdı zorunluluklardan nefret ediyorum bıdı bıdı bıdı bıdı... Aaa, mantık! Off! Yine elini beline koyup bilmiş bilmiş söylenerek geliyor. “Şekerim sen nefret ediyorsun o nefret ediyor, kimse işe gitmezse n’olcak halimiz düşündün mü? Yok düşünmemişsindir, nasılsa senin yerine düşünen mantık var burda di mi? Sen ancak bana ne bana ne diye omuz silk yakın. Arabaya benzin, üstüne elbise bulamadığında, o bayıldım dediğin Beyaz Fırın eklerlerini yapma zorunluluğundan vazgeçtiklerinde, işte o zaman görmek isterim bu şımarık suratının halini!” Ben kimse bir şey yapmasın demiyorum ki, herkes bir şey yapsın. Yoksa zaman geçmek bilmez, sıkıntıdan patlarız cümleten. Herkes bir şey yapsın da severek yapacağı şeyi yapsın, mesai diye birşey olmasın diyorum. “Yani pastaneler, marketler, mağazalar, alış veriş yaptığın her yer gittiğinde kapalı ya da açık olabilsin, sürekli bir süpriz, şaşkınlık, hayal kırıklığı içinde dolan dur; otobüslerin, vapurların, uçakların saatleri belli olmasın; bankalar çalışanların canları istediğinde açılsın mı diyorsun?” Aman yaa! Tamam demiyorum. Bu düzen böyle sürsün, sen de ancak savunmak için uğraş e mi? Ne olurdu sekiz saat yerine beş, hadi tamam altı saat çalışsak; ya da günde sekiz saatte ısrarlıysanız, gün sayısını azaltsak, sadece haftada dört gün işe gitsek olmaz mı? Vallahi tembellikten ya da işimi sevmemekten değil ama Cervantes’in İspanyol Edebiyatı dersleri, yoga akşamlarımla çakışmasın; spor ve diğer yapılacaklar aynı akşamlara tıkışmasın; sokaklarda aylak aylak gezmeye, kaybolmaya vakit kalsın; yaşamak için kazanılan para, dar zamanlarda değil de, geniş zamanlarda keyif içinde harcansın; düşüncelerin özgürce salınacağı boş zamanlar olsun diye. İnsan boşta kalınca ne yapacağını bilmez olur, sonra yavaş yavaş kendi ritmini, yolunu bulur ya; işte yolumu ve ritmimi bulmaya boşluğum olsun diye.

Neyse ki bugün Cuma, hava günlük güneşlik ve haftasonu hayatımın kadını annemle, İstanbul’da felekten iki gün geçireceğiz. Yoksa herşeyi olduğu gibi bırakıp yola koyulmak işten değildi.
...
Bugün yazının başına otururken, neşeli şeyler yazmaya kararlıydım. Yine olmadı. Herşeye gözümü kapadım derken, kafamın içindeki zaman takıntılı gevezeye yakalandım. Neşeli yazı da haftasonuna kaldı.

“Yeniköy'de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
Bu sabah bu sabah
Oralı olmadı kimse —pazartesi miydi—“*

* Manastırlı Hilmi Beye Birinci Mektup, Edip Cansever

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder