14 Ocak 2011 Cuma

“Tanrının gölgesi kavuştuğunda, yeryüzü tarafından uyandırılır insan”

“İnsan duvarları olmayan tapınakta
Bir gece uyusa
Sanıyor ki kederi azalacak.
Ama yetmiyor”*

Bazen size de hayatı yaşamak yerine ıskalamayı, seyretmeyi seviyormuşsunuz gibi geliyor mu? Camın korunaklı kısmında durup dışarıyı izlediğinizi, bilgisayarda dünyalar kurup dünyalar yıktığınızı, televizyonun karşısında omurgayı yerçekimine bırakıp hımbıl hımbıl oturup saatler geçirdiğinizi düşünüyor musunuz? Bir heyecanla seyretmek istemiyorum, işte ayağa kalktım hayata karışacağım derken, güçlü bir elin, iç sesinizin, tembelliğin, tedirginliğin, adı neyse bilmediğiniz bir şeyin sizi yavaşça omuzlarınızdan tutup yerinize oturttuğu, usulca sırtınızı okşayıp, gözlerinize uykunun mahmurluğu çökünceye kadar mırmır birşeyler söylediği oluyor mu?

Kış, doğanın yeniden doğmak için uykuya çekildiği, renklerin solgunlaştığı, herşeyin/herkesin soyunduğu, böylece çirkinliklerin ve kusurların açık edildiği mevsimdir bana göre. Kışın güneş, dokunduğu her şeyi parlatıp, olduğundan güzel göstermez. Solgun ışıkta herşey olduğu gibidir, çıplak. Işıltılar, iç gıcıklayan kokular, halüsülasyonlar yoktur. Nasıl yapraklarını döken ağaçların cılız, hastalıklı dallarırı budanır; baharda güçlenmiş ve arazlarından arınmış olarak yeniden filizlenmesi beklenirse; ben de yansımaları, korkuları, hastalıklı düşünceleri buduyorum zihnimden. Üstümden ‘ama’ları, ‘çünkü’leri, satır aralarıma gizlenmiş mazeretleri çıkarıyorum. Solgun ışıkta kendime, etrafa, insanlara bakıyorum. Çıplaklığın açık ettiği çirkinlikleri, sakatlıkları, kafası dizlerinde, aklı parmak ucunda, gözü felfecir, dişleri törpülenmiş, bedenleri yaralı, akılları kayıp insanları görüyorum. Ah! Baharda güçlenmiş, arazlarımızdan arınmış olarak filizlenmek için, yetmiş milyon toplansak söyle memleketin orta bir yerinde; birbirimize yardım edip teker teker aklımızı, gözümüzü, vicdanımızı yerlerine koysak; hastalıklı düşüncelerimizi ortaya döküp bir güzel süpürsek; paranoyaları, yanılsamaları, pisliği temizlesek üstümüzden; topluca ölmeye değil tazelenip yeniden doğmaya deyip dönsek kendimize. Günlerce yağmur yağsa, bir ay kar kalkmasa sokaklardan, biz yunsak, arınsak, bahar güneşi yüzümüze vurduğunda tomurcuğa dursak. Bazen size de hayatı yaşamak yerine ıskalamayı, seyretmeyi seviyormuşsunuz gibi geliyor mu?


“Orada uyudu öylece.
Gözlerine kara bir fular çekti ve taşın huzurunu istedi taşlardan.
Duvardaki ağzı açık kartallara ve dili olmayan dişsiz kurtlara baktı.
Ve çatıya çevirdi başını.
Çatıda gizlenen eski ay.
Güneşi tanıyan.
Onu bırakıp bırakmayacağımı sordu.
Bin yıl.
Aynı gün, aynı uyku.
Tanrının gölgesi kavuştuğunda,
Yeryüzü tarafından uyandırılır insan.”**

*Beyaz Mesela, Bejan Matur
**Taşın Huzuru, Bejan Matur


Görsel (2): NASA web site

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder