18 Eylül 2010 Cumartesi

günün yemeği

Çocukluğumdan beri, nerdeyse her akşam, eğer akşam cevap alamamışsa kahvaltıdan sonra, annemden şu soruyu duydum : “Yarın/Bugün ne yemek pişireyim?” . Çok nadir bir yemek ismi duydu cevap olarak. Genelde, ev ahalisi olarak verdiğimiz cevaplarsa “Canın ne isterse onu…”, “ Ne malzeme istiyorsan söyle alayım ama bana yemek sorma!”, “Ya, anne acaba saatlı maarif takviminin arkasındaki yemekleri mi pişirsen, bulma derdin olmaz”, “Anne, bir ay boyunca pişirdiğin yemeklerin listesini yapalım, sen de evdeki malzemelere göre burdan seç”... İnsan bir şeyi gerçekten, aynısı veya benzeri başına gelince anlıyor. Bloğa başlarken, kendi kendime “her gün yazmalı” diye bir kural koydum, iyi güzel de, her gün yazmak için konuyu nasıl bulurum, düşünmemişim. O yüzden sürekli kafamda, yarın/bugün “Ne yazmalı?” sorusu.

Şöyle dönüp yazdığım yazılara bakınca, çoğunluğu kasvetli ve düşünceli geldi. Buna şaşmıyorum, çünkü, bloğa başlama motivasyonum üzüntüydü. Yazarak üzüntümün, ölümün, dolayısıyla hayatın izini sürmekti. Hala da o iz üstünde yürümeye devam ediyorum ama insan hep dertlenip, hep kendi kendine söylenemeyeceğine; her gün hayat üstüne yeni düşüncelere dalamayacağına; e, hayat da güzel ve yaşanılası olduğuna göre, yürürken etrafa bakmalı.

Kendimle konuşmalarımın yanın da bir de, bana hayat içinde hayatlar yaşatan, istersem odamın içinde dünyayı gezdiren, kimi kendi dilimde, kimi anlamaya çalıştığım dillerde büyülü kitaplarım var. Bu kitaplardan alıntıların veya kitap üstüne yazıların olduğu yazılarımı, uzayın içinde bir yerlerde salınan, rengarenk ve siyah odamın kütüphanesi olarak kurguluyorum. Bazen acele içinde, hemen oturup, tüm sevdiğim kitaplar ve yazarlar üstüne yazasım geliyor. Neyse ki, zaman sıkıntım yüzünden bu mümkün değil. Böylece, uzay kütüphanem, yavaş yavaş ve keyifle dolacak. Yapabildiğimce, İspanya’da yayınlanan edebiyat dergilerine dayanarak, henüz Türkçe’ye çevrilmemiş veya sınırlı sayıda eseri çevrilmiş latin edebiyatı yazarlarını ve kitaplarını da kütüphaneye eklemeye çalışacağım. İspanyolca Türkçe çevirilerim, hep yazdığım gibi acemice, becerebildiğimce aslına uygun ve serbest stil… Zaman içinde, bloğu teknik olarak daha etkin kullanmaya başladıkça, gezi yazılarımı da bir çeşit yan blog olarak ekleyebilirim.

Öyleyse, acelesiz, kesintisiz, keyif alarak ve umarım okuyanlara da keyif vererek diyeyim. Gökten üç elma düşmüş, biri okuyanın, biri yazanın, biri de acıkanın başına.

Hamiş : Günün yemeği de, yanında illa ki şehriyeli pirinç pilavı ile, zeytinyağlı taze fasulye veya imam bayıldı olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder