21 Eylül 2010 Salı

Rilke'den Lisa Heise'ye

Lisa Heise(*)’ye

Soglio, Graubunden, İsviçre
2 Ağustos 1919
Size, kaleme aldığınız satırları yazmaya iten dürtüyü çok iyi bildiğimi söyleyerek söze başlamakla, mektubunuza en iyi ve en yerinde yanıtı verdiğimi sanıyorum, saygıdeğer hanımefendi.

Sanat eseri hiçbir şeyi değiştiremez ve hiçbir şeyi düzeltemez. Yaratılıp ortaya çıktıktan sonra, o da, tıpkı doğa gibi, tutarlı ve kendi işlevi içinde yeterli (bir fontain gibi), -başka bir deyişle- dışla hiçbir ilişkisi olmaksızın, karşımızdadır. Ama böyle, karşımızda, bize uzak duran, kendini yaratan iradenin dışına çıkmış bu ikinci doğanın (yani sanat eserinin) insan elinden çıktığını, sonsuz acı, sonsuz sevinçlerle yoğrulduğunu bilmekteyizdir. İşte bu bilinçle onda tükenmez avuçların yattığı hazineyi açacak anahtarı bulduğumuza inanırız, hele yapayalnız olan insan bu inançla ona sahip çıkmakta kendini haklı görür.

Kendimizi yapayalnız hissettiğimiz böyle anlar, belki de yıllar vardır ki- ah bunları ne kadar iyi bilirim- bunlardan, bu anlarda çekilen acıların dayanılmazlığından, bilinçsizce yaşayan toplulukta söz açacak olsanız kimseyi inandıramazsınız.

Doğa bize kendiliğinden yaklaşamaz, ulaşamaz. Biz kendi gücümüzle onu anlamaya, kazanmaya, diyelim ki, onun dilini insan diline çevirmeye çalışmalıyız; ama tam anlamıyla. Yalnız, kişinin en yapamayacağı şey de, işte budur. Salt yalnızlığı içinde o, bağış bekler, kendisi hiçbir şey y apmadan, ona sunulsun ister; yaşamını yitirmek üzere olan kişinin uzatılan lokmayı ağzına alacak mecali kalmadığı gibi…

Bize yaklaşmasını istediğimiz, umduğumuz şeyin (yani sanat eserinin) bizi özlemişçesine, bizi içinde bulunduğumuz düşkün halimizden çıkarıp, kendi egemenliğine almaya ve her bir atamomuza sahip olamaya can atar görmek bizi şaşırtır. Ancak, böyle görmekle de, fazla bir şey değişmiş olmaz. Bir sanat eserinden yardım beklemek de fazla olur. Ancak, onun kendisi dışa açılmadığı halde, özündeki yoğunluğuyla, salt vaoluşuyla bizden ilgi, sevgi, merak, heyecan beklediğini sanabiliriz, ki bu da onun bir bağışı sayılabilir, -sanat eseri ile yalnız- kişi arasındaki bu yanlış yorumdan, din adamları, ta ilk zamandan beri faydalanmış ve insanları Tanrıya yöneltmişlerdir.

Sözlerimi fazla uzattım, ama mektubunuz, benim adımı taşıyan herhangi birine değil de, asıl bana seslendiği için, bundan duyduğum heyecanla size boş laflar yazmaktan kaçındım ve –sizin gibi-açık bir dille düşündüklerimi belirttim.

Mektubunuzun sonunda çocukluğunuzdan söz etmeniz, ona daha bir içtenlik kazandırmış; bu içtenliği candan kabula hazır olduğumu bildirmekten başka elimden bir şey gelmiyor.

Eğer sizi rahatlatacaksa, bana bu çocuktan ve kendinizden uzun uzun yazabilirsiniz. Ben, mektubu, insanlar arasında en iyi, en verimli iletişim araçlarından biri sayan, eski kafalı insanlardan biriyim. Bu anlayışım yüzünden, mektuplaştığım sayısız kişilere yanıt vermek, çoğu zaman, altından kalkamayacağım bir iş haline geliyor; kimi zaman da –aylar süresince- işim (özellikle savaş yıllarında olduğu gibi), bir türlü üzerimden atamadığım bir "sécheresse d'ame" (ruhun kuraklığı, ruhun verimsizliği), beni susturuyor; bereket versin ki, insan ilişkilerini, hep sayıya vuran hasis birinin ölçüsüyle değil, doğaya bakarak değerlendiriyorum, şunu da söyleyeyim, eğer istiyorsanız, bundan böyle, aramızda hep ilişkili ve anlaşmış kalalım, uzun bir süre görünmeyebilirim, ama, siz isterseniz, her zaman yanınızda olurum bildiklerimle, ya da –bugün olduğu gibi- sizden öğrendiklerimle…

Rainer Maria Rilke

(*)Lise Heise (1895-?) ‘Genç Bir Kadına Mektuplar’daki genç kadın
Kaynak : Rilke Seçme Mektuplar (Cem Yayınevi), Çeviren Melahat Togar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder