15 Eylül 2010 Çarşamba

kapılar

Bazen kendimi uçsuz bucaksız bir labirentteymişim gibi hissediyorum. Ama bu, sadece bir çıkış yolu olan, onu bulamazsan sonsuza kadar içinde dönüp durulan, bildik labirentlerden değil. Aksine, kendini gizleyen, yanıltıcı, çoktan seçmeli, tüm dünyayı kaplayan bir labirent. Nasıl mı? Çok kapılı, birbirine koridorlarla bağlı, geniş odalar var burda. Bulunduğum odadaki kapıların bir kısmını açmışım, ordan işime, arkadaşlarımın evine, başka şehirlere gitmişim ve tekrar odaya dönüşü biliyorum, kısa gidiş gelişler. Tabi ki, şimdi bulunduğum odaya da başka kapıları açarak geldim. Bir süre yaşadığım her odada, açmadığım kapılar bıraktım ve geçtiğim odalarda da açtığım kapılar çok sınırlı. Farkındayım, bir ömürde her kapıyı açıp, her odayı göremeyeceğimin; ve bir odaya farklı kapılardan girince farklı zamanlarda, farklı kişilerle karşılaşacağımın. Herkesin etrafındaki kapıları ne kadar gördüğünü, açtığı kapıları ne kadar bilerek açtığını, geçtiği odalardan ve vardığı yerden ne kadar menun olduğunu bilmiyorum. Sanırım ben, bir süre, bulunduğum yerde bu kadar çok kapı olduğunu bile farketmedim. Bunda benim cahilliğim/dikkatsizliğim kadar, kapıların görünürlük farkları da etkili, sanırım. Dikkatsiz zamanlarımda, bana gösterilen kapıları gördüm, arkasında ne olduğunu anlatanları dinledim, kapıları açtım ve geriye de dönmedim. Kapıları açtıkça, koridorda yanımdan geçenleri duymaya başladıkça, okudukça ve görmeyi öğrendikçe, odalarda nerdeyse sonsuz kapı olduğunu anladım. Hala odadaki tüm kapıları görebildiğimi sanmıyorum. Bilmiyorum zaman geçtikçe, diğer odaları görme isteğim azalacak mı? Bunu, zamana bırakıyorum. Şimdi, odadaki renk renk, boy boy kapılardan birini seçip, başka bir odaya geçmeli. Yoksa, odada durup kapıları seyretmeye devam mı etmeli?



----
<< “Arren, bunları düşünerek sessizleşti. Sonra büyücü yavaşca konuşarak, “Yapılan bir eylemin, öyle gençlerin zannettikleri gibi, insanın bir taşı yerden alıp fırlatmasından, o taşın bir yere çarpması veya sıyırıp geçmesinden, böylece de bu işin bitmiş olmasından ibaret olmadığını görebiliyor musun Arren?” dedi. “Taş yerden kaldırıldığında, yer hafifler; onu tutan el de ağırlaşır. Fırlatıldığında, yıldızların dolanımları tepki verir ve vurduğu veya düştüğü yerde evren değişmiş olur. Her eylem, bütünün dengesine dayanır. Rüzgarlar ve denizler, suyun, yerin, ışığın gücü ve bunların hepsinin yaptıkları; tüm hayvanlar ve yeşilliklerin yaptıkları iyi ve doğru olarak yapılmaktadır. Muvazene’nin içindeki tüm bu eylemler. Tayfunlardan, büyük balinaların seslerinden kuru bir dalın düşmesine ve sivrisineğin uçmasına kadar her şey, bütünün dengesi içinde yapılmaktadır. Fakat bizim, dünya ve birbirimiz üzerinde gücümüz olduğuna göre, yaprağın, balinanın ve rüzgarın kendiliğinden yaptığı şeyi öğrenmemiz gerekir. Aklımız olduğuna göre, cahilce hareket etmemeliyiz. Seçme şansımız olduğuna göre, sorumsuzca davranmamalıyız. Ben kim oluyorum da –bunu yapabilecek gücüm olmasına rağmen- insanların gelecekleriyle oynayarak onları ödüllendireyim veya cezalandırayım?”>>
                                                                                               Ursula K. Leguin, En Uzak Sahil, sayfa 74

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder