2 Eylül 2010 Perşembe

Öykü (1. mektup)



Kendiliğinden başlayan bu mektup, belki bir öykü olacak, belki de... şimdilik bilmiyorum. Kendi yolunda gidecektir, varacağı yeri ben de merak ediyorum. Öncesi var mı? Ondan da henüz emin değilim. O yüzden şimdilik, öykü başlığı ile sayfa numaraları vererek devam edeceğim.





2 Eylül 2010

Canım A'ya,

Kenarı, gümüş rengi yapraklar ve parlak beyaz çiçeklerle ince ince süslenmiş, porselen kahve fincanında türk kahvesi. Tam sevdiğim gibi şekerli, bol köpüklü, kıvamında. Bilgisayarın karşısında, farkına varmadan içmek istemiyorum. Yorgunum. Mevsim yazdan sonbahara dönüyor ya, geceleri bir türlü uyku tutmuyor. Yazıyorum, okuyorum, yağmur yağıyorsa bahçeye çıkıp iyice üşüyene kadar oturuyorum, bir şey yapmadan durup geceyi dinliyorum, ta ki enerjim tükenip, gözkapaklarım kendiliğinden düşmeye başlayıncaya kadar. Öyle olunca da sabahları yorgun uyanıyor, işe uykunun devamındaymış gibi başlıyorum. Neyse, şimdi kahvemi alıp camın önündeki berjere oturdum. Bir taraftan ne içtiğimin farkına vararak kahvenin keyfini çıkartırken, bir taraftan da sana yazıyorum.

Geçen hafta postaya verdiğin mektup, dün sabah elime ulaştı. Artık nerdeyse kimsenin mektup göndermediğini düşününce, bir haftalık süre bana fazla geldi. Neyse, gereksiz ayrıntı. “Kendini bir tozlu caddenin etrafında dönen o kasabamsı yere hapsettin” diyorsun. Yine, kaçıncı defa bilmem, başa döndük, yanlış anlamıyorsam. Acaba ikimizin durup baktığı yer farklı olduğundan mı, bir türlü bu konuda yazdıklarım sana ulaşmıyor, mektuplarda bu satırlar silik mi çıkıyor allah aşkına? Bu defa yazdığımın üstünden kalemle bir daha bir daha gidiyorum, kağıt iyice ezilsin, yazı silikleşse bile harflarin izlerinden yazıyı okuyabil diye. Yorulmuştum, ordaki hayatımdan, telaşelerimden, gerçekten çok yorulmuştum. Dinlenmeye, biraz aheste adımlarla yürümeye ihtiyacım vardı. Hem sırf ihtiyaçtan değil, mecburiyetten buraya geldiğimi de biliyorsun. Yazdıklarımı okuduğunu, hiç değilse bu kısma bir daha dönmeyeceğimizi söyleyinceye kadar, konuyu kapatıyorum.

Büyük şehir alışkanlığıyla, evi giriş katta tutunca tedirgin olmuştum. Ama şimdi bakınca, iyi etmişim diyorum. Dün sabah ofisimi, dipteki küçük karanlık odadan, ön taraftaki büyücek odaya taşıdım. Kapıdan girince sağdaki camsız duvara kitaplığı; kapının karşısındaki, yola bakan camın önüne çalışma masasını; kitaplığın karşısındaki duvara, apartmanın girişine bakan camın önüne de çiçekli berjeri koydum. Böylece tüm gün hem tek tük de olsa sokaktan geçenleri, hem de apartman ahalisini görebiliyorum camdan. Küçük şehir insanları seni bayar, biliyorum. Bahçeye giren çıkan kediyi köpeği de unutmamalı. Kapının olduğu taraf boş, yere de bir şey sermedim. Bütün ufak tefek eşyaların, biblocukların, fotoğrafların, ıvır zıvırın, kutu kutu sende kalmasını kabul ettiğin için, bir kez daha minnettarım sana, gözüm gönlüm hala kalabalığa dayanamıyor.

Yine yağmur başladı.
Sevgiyle kucaklıyorum seni.
T.

1 yorum:

  1. çok güzel olmuş.... geleceğe bir yoluculuk hayali mi yoksa? devamını dör göle bekliyorum bekliyorum....

    YanıtlaSil